Hırsızlık, dolandırıcılık, yaralama, cinayet, arazi anlaşmazlıkları gibi toplumsal suçlarla ilgili davalarda adil yargılama, adil yargılanma mümkün olabilir. Bu davalarda, sanığın veya avukatının savunma için süre istemesi, tahkikatın genişletilmesini istemesi, bazı tanıkların dinlenilmesini istemesi, basının ve isteyen kişilerini duruşmaları izlemesine olanak verilmesi, bütün bu isteklerin mahkemeler tarafından kabul edilmesi.… adil yargılamayı, yargılanmayı sağlayabilir. Ama, ‘düşün suçları’yla ilgili davalarda adil yargılamanın, adil yargılanmanın gerçekleşmesi çok zordur, belki de olanaksızdır.
Şöyle düşünelim: Bir kitabınızdan, yazınızdan veya bir konuşmanızdan dolayı dava görülüyor. Mahkemenin savunmalarınızı dinlediğini kabul edelim. Süre istiyorsunuz, tahkikatın genişletilmesini istiyorsunuz hepsi kabul ediliyor. Avukatınız da savunma yapıyor, süre istiyor, tahkikatın genişletilmesini, bazı tanıkların dinlenilmesini istiyor vs. hepsinin de kabul edildiğini düşünelim. Basının, isteyen kişilerin duruşmaları izlemesine olanak verildiğini düşünelim. Fakat, bütün bunlar, ‘düşün suçu’ davalarında, davanın, adil bir şekilde yürüdüğü anlamına gelmiyor.
‘Düşün suçu’ davalarında, yargılamanın, yargılanmanın adil bir şekilde sürüp sürmemesi, davanın yürütülmesi ile ilgili değildir. Davanın bizzat kendisiyle ilgilidir. Davaya konu edilen, yazı, kitap veya konuşmada, sözü edilen olgular, olgusal süreçler konusunda, örneğin #Kürdler# konusunda, Cumhuriyet Savcısı’nın, yargıçların düşünceleriyle yargılanan kişilerin görüşleri arasında, çok fark vardır. Görüş farklarının uzlaşmaz olduğu da söylenebilir.
Görüş farklarının konuşulacağı, tartışılacağı yerler mahkemeler olmamalıdır. Görüş farkları, basında konuşulabilir, tartışılabilir, sivil toplum kurumları tarafından düzenlenen konferanslarda, panellerde veya üniversitelerde konuşulabilir, tartışılabilir.
Ama taraflardan birinin görüşü suç kabul ediliyorsa ve ceza davası konusu yapılıyorsa, durum zaten adil değildir. Bu yargılama, yargılanma süreci, sonuç, hiçbir zaman adil olmayacaktır.
Burada, dava konusu yazının, kitabın ve konuşmanın sahibi elbette, bilimin, hukukun, ve siyasetin kavramlarıyla yazdıklarını veya konuştuklarını savunacaktır. İlgili kişi, ‘düşüncem yanlış anlaşıldı’, ‘benim niyetim bu değildi’ diyerek kem-küm ederse, ceza ile karşılaşmaktan belki kurtulabilir veya, durumu daha az bir ceza ile savuşturabilir. O zaman da, kendi kendisiyle çelişmiş olur.
Ama, ilgili kişiler, ‘ama’, ‘fakat’ demeden, kem-küm etmeden, bilimin, hukukun, siyasetin kavramlarıyla yazdıklarını savunuyorlarsa, adil bir sonucun çıkmaması güçlü bir ihtimaldir. İbrahim Güçlü, Bahoz Şavata gibi arkadaşların durumu tam olarak böyledir. Bu bakımdan, İbrahim Güçlü’nün, ‘Bir Kürdün, Bir Türk Savcısı ile Polemiği’ yazısı dikkate değer. (basnews, 24 Ocak 2022)
* * *
Düşün, bilim, sanat hayatı resmi ideoloji tarafından belirlenen devletlerde, ‘düşün suçu’ her zaman gündemde olur. ‘Düşün suçu’ ile ilgili davalar konusunda, hiçbir zaman adil yargılama, adil yargılanma olmaz. Bu bakımdan, ‘ama’sız, ‘fakat’sız ifade özgürlüğünü savunmak çok daha hayati bir konudur. Bu tür davaların gündemden kalkması, ancak, ifade özgürlüğünün anayasada tam olarak yer alması ile mümkün olur. Demokratik ülkelerde, zaten bu tür davalar gündeme gelmez. Bununla birlikte, sadece İnsan Hakları’nı değil, Ulusların Kendi Geleceklerini Belirleme Hakkı’nı savunmak da gündeme gelebilir.[1]
İsmail Beşikçi