Dün geceden beri helikopterler şehrin tepesinde dönüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan gelecek diye şehir 1 haftadır alarmda. Birçok yol kapatılmış, her yer afiş, pankart ve bayraklarla donatılmış durumda. Hepsi birden üstünüze üstünüze geliyor.
Herkes birbirini uyarıyor, “Aman ha bugün dışarı çıkmayın, her yer alt üst” diye. Ancak ben yine merakıma yenik düşerek dışarı çıkma hatasında bulunuyorum. Pankart sektörü kendini aşmış durumda. Şehirdeki üst geçitlere bile bugün pankart giydirilmiş. Şehre giriş yollarındaki her köşe başında tank, toma, asker ve polisler var. Askerlerin elindeki kalaşnikoflar geçen arabalar ve insanlara doğrultulmuş, eller hep tetikte. Hani yanlışlıkla parmağı değse ölüp gideceksin oracıkta.
Yollarda yabancı plaka çokluğu dikkatimi çekiyor. İlk etapta gözüme çarpanlar Elazığ, Malatya, Bingöl, Urfa ve Mersin plakalarının bolluğu. Evden şehre 10 dakikalık mesafeyi 40 dakikada alıyorum. Neyse buna da şükür diye düşünüyorum. Arabayı belediyeye yakın bir otoparka park ediyorum. Erdoğan’ın konuşma yapacağı alana doğru arkadaşlarımla yürüyorum. Uzaktan da olsa miting alanını görmek istiyoruz. Bakalım neler göreceğiz…
Saat 16:00’a doğru artık ana caddelerin hemen hepsi kapatılmış durumda. 5 metrede bir eli silahlı polisler duruyor. Motosikletler ve tanklar ana caddelerin ortasına konulmuş. Sanki savaştaymışız gibi. Yüzlerce polis ve özel tim arasından Lise caddesinin sonuna doğru yürüyoruz. Miting için oldukça küçük bir alan, Valiliğin önü seçilmiş. Miting alanına şöyle uzaktan bakıyoruz. Kalabalık henüz pek yok. Ancak alana doğru toplu şekilde yürüyen insan grupları da fazla sanki. Ellerinde Türk bayrakları ve AKP flamaları olan bu kişiler #Diyarbakır#lıya pek benzemiyorlar. Nitekim otoparklarda ve miting alanında çevre illerden gelen birçok minibüs ve dolmuş olduğunu öğreniyorum. Hatta Osmanlı Ocakları başkanları bile gelmiş. Lise caddesi üzerindeki esnaf ise kendi işine bakıyor. Kahveler dolu.
Özel timler, kalaşnikoflar arasında kısa turumuzu atıp, belediyenin karşısındaki pastaneye oturuyoruz. Pastanedeki televizyondan Erdoğan’ın konuşmasını canlı dinlemeye başlıyoruz.
Sayın Cumhurbaşkanı, siz artık hapse atılmış değil, hapse atan birisiniz!
Erdoğan konuşuyor: “Anayasa değişikliğiyle sıkıyönetim uygulaması tamamen kalkıyor. Diyarbakır sıkıyönetimin ne olduğunu iyi bilir”. Oysa tam da o sırada önümdeki cadde yüzlerce asker ve polis var. Çatılara keskin nişancılar yerleştirilmiş durumda. Tank, toma, kirpi, ural… ne dersen var.
Erdoğan devam ediyor: “Onlar sizi Kandil’e gönderiyor, biz sizi parlamentoya çağırıyoruz.” Parlamentodan da cezaevine yolluyoruzu söylemeyi unutuyor.
Sıra AKP’nin yaptıklarını anlatmaya geliyor: “Anneler artık çocuklarıyla cezaevlerinde #Kürt#çe konuşabiliyor.” Bravo, bravo! Henüz bu sabah #HDP#’nin “Bêjin Na” şarkısı Diyarbakır’da yasaklandı. Kürt dili ve kültürüne ait neredeyse tüm dernekler, okullar, kreşler kapatıldı. Cezaevleri öylesine doldu ki, on binlerce Kürt ana çocuklarının yolunu gözlüyor.
Devam ediyor: “Türk demiyoruz, Kürt demiyoruz; 80 milyonuyla ‘Tek millet’ diyoruz”. Her gün Türklüğü öven bir iktidardan bunu duymak… Oysa biz kendimize Kürt, size de Türk diyoruz. Türk’le bir sorunumuz yok. Türk de Kürt de Laz da Ermeni de Ezidi de… eşit haklara sahip olsun istiyoruz.
Büyük olasılıkla diğer Amedliler gibi beni de can evimden vuran cümlesi ise şu oldu: “Bizzat ben Belediye Başkanlığı elinden zorla alınmış, hapse düşmüş birisiyim.” Önce bunu yanlış duyduğumu düşünüyorum. Ama yok gerçekten söylüyor. Seçilmiş belediye başkanı zorla hapse atılmış, yerine kayyum atanmış bir şehirde bunu söylüyor Cumhurbaşkanı. 84 belediye başkanımız cezaevine atılmamış gibi. Sayın Cumhurbaşkanı, farkında değil misiniz? Siz artık hapse atılmış değil, hapse atan birisiniz!
Hemen karşımda kayyum atanan belediye binamızın önündeki yüzlerce asker polis ve özel time bakıyorum. Pastane çalışanları da belli ki Erdoğan’dan sıkılıyor. Televizyonun sesini kısıp, bir Ahmet Kaya cd’si takıyorlar. O sırada tüm bu asker, polis, özel timlerin arasında elinde bir “hayır” bayrağını sallayarak yürüyen bir genç görüyoruz. “İşte bu” diyorum, “benim halkım bu”. Erdoğan’ın görüntüsü arasında Ahmet Kaya yüksek sesle söylemeye başlıyor:
Yeryüzündeki acıların hepsini, hepsini tattım heder oldum
Ekmeğime tütün kattım, beni milyon kere yaktılar üst üste
Bir anka kuşu gibi anne, bir anka kuşu gibi
Kendimi külümden yarattı… [1]