Katran-ı Tebrizi, 11. yüzyılın tanınmış bir şairidir. Rewadi devletinin başkenti Tebriz’e yakın Şadiabad köyünde doğdu. Bütün yaşamını iki #Kürt devleti#nde; Şeddadilerle Rewadilerde geçirdi. Bu iki devletin emirlerinin saray şairi olarak tanınır.
Bazen Şeddadilerin bir kolunun merkezi olan Gence’de, bu devletin hükümdarlarının, bazen de Tebriz’de Rewadi emirlerinin divanında bulunur, sohbet ve eğlence meclislerinde emirleri öven methiyelerini okur, meclisleri coştururdu.
Hemen hemen tüm şiirleri bu iki devletin emirlerinin yaşamları ve eylemlerine sunulmuş övgülere, sarayların ve Kürt kentlerinin yaşamını, ayrıca döneminin kimi önemli olaylarını anlatır. 1042 yılı Kasımı’nda Tebrizi sarsan ve yerle bir eden depremin tirajik sonuçlarını anlatan şiiri, bahsettiğimiz sosyal içerikte uzun bir kasidedir.
Katran Kürtler arasında pek tanınmamaktadır. İranlılar ise onu İran’ın batısında; dönemin Azerbaycan’ında ilk kez edebi Farsçayla (doğu Farsçası) şiir yazan bir şair olarak tanıtırlar. Derlenmiş bir divan içinde günümüze ulaşan şiirleri, dönemin Horasan’ından gelişip yayılan, hükümdarların resmi yazışmalarında kullandıkları, şair ve ediplerin eserlerini onunla yazdıkları Deri de denen Doğu Farsçası ile yazılmıştır. Nasır-ı Hüsrev’in Sefername adlı eserinde belirttiğine göre, Katran-ı Tebrizi Doğu Farsçasını sonradan öğrenmiştir.
İran, Azerbaycan, Arran, Güney Kafkasya ve özellikle dönemin Kürt devletleri üzerinde araştırmalar yapan tarihçiler, Katran’ın daha çok Kürt emirlerini, eylemlerini, güzel yanlarını ve başarılarını anlatan şiirlerine özel önem verirler. Bu şiirler olmasa muhtemelen bölgelerinde önemli roller oynayan söz konusu emirler hakkında günümüzde pek bir şey bilmeyecektik. Adı geçen yerlerin tarihiyle ilgili günümüze dek pek az şey bilinmektedir.
Katran-ı Tebrizi’nin doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmemekte, değişik kaynaklarda farklı tarihler verilmektedir. Modern Azerbaycanlı tarihçi ve edebiyatçılar Katran’ın doğum tarihini 1012 ve ölüm tarihini 1088 olarak vermekte hemfikir gibi görünmektedirler. Ortak kabul gören onun 1009-1014 arasında bir tarihte doğduğudur.
Tanınmış şair Enver Abiverdi, Katran’ın ölümünden 60 (?) yıl sonra, adının Ebu Mansur Katran el-Cili el-Azerbaycani olduğunu öne sürmüştür. Başka bazıları da nisbesi/lakabı olarak Şadiabadi, Tirmizi, Cebeli, Cili (Gili, Gilani) Urmevi, Aceli adlarını verirler. Bu nisbeleri reddedenler, bazılarının (Tirmizi gibi) başka bir Katran’ın nisbesi, diğerleri de doğduğu ya da yaşadığı kimi yerlere ait adlar (örneğin Şadiabad) olduklarını belirtirler. 15. yüzyıl Timur döneminin biyografi yazarlarından Devlet Şah Semerkandi’ye göre Katran’ın babasının adı Mansur idi. Ancak bu bilgi ondan önceki kaynaklarca paylaşılmış değil.
Kimi kaynaklar da onun Tebriz’de hüküm süren Rewadiler hanedanı soyundan olduğunu belirterek Azd(Ezdi) nisbesini Katran’a verirler. Bu kaynaklar Rewadilerin birkaç yüzyıl önceki atalarının Rewadi Azdi adlı bir Arap aşireti olduğunu, İslam’ın başlangıcında Yemen’den Azerbaycan’a gönderildiklerini belirtirler. Bu aşiret zamanla Kürtler arasında asimile oldu bir kaç yüzyıl sonra tarihler sadece Kürt Rewadilerden bahsettiler. İddiayı reddeden tarihçiler az değil. Esasında daha İslam’dan önce Sasaniler döneminde Basra Körfezi ve güneyine doğru Yemen’e kadar uzanan kıyılar, Yemen’in kendisi Sasanilerin egemenliği altındaydı. Aslen Fars eyaleti, Kirmanşah ve El Cibal’den gelen pek çok Kürt aşireti, sözkonusu kıyılarda ve Yemen’de askeri ve idari sorumluluklar üstleniyorlardı. Oradan Azerbaycan’a gönderilmiş bazı aşiretler varsa bunların Arap olması hiç gerekmez. Kürtler İslam öncesinde; daha geçmişte Sasanilerden önce bile, adı geçen bölgelerden Azerbaycan’a, Güney Kafkasya’ya ve Hazar Denizi’nin güneyi ile Elbruz dağları arasında kalan stratejik Gilan, Deyleman, Taberistan ve öteki yerler arasına gidip geliyor, bu alanları yaşam güzergahı olarak kullanıyorlardı.
Katran şiirlerinde toplumda üst bir sınıf olan dehkan (dehqan) (toprak sahibi zengin köylü) sınıfından geldiğini belirtir.
Katran-ı Tebrizi’nin yaşamı ile ilgili fazla bilgi yok. İranlı şair ve gezgin Nasır-ı Hüsrev, Mekke’ye Hacca giderken uğrayıp konakladığı bütün güzergahları ayrıntılı bilgi ve tasvirlerle anlatan Sefername adlı eserinde seferi sırasında Tebriz’e de uğradığını, kısa bir süre kalarak Katran adlı bir şairle tanıştığını belirtir: ’’Dört yüz otuz sekiz yılı seferinin yirmisinde (20 Sefer 438/26 Ağustos 1046’da) Tebriz şehrine vardım. O gün eski aylardan Şehriver’in beşiydi. O şehir, Azerbaycan ülkesinin merkezidir. Mamur bir şehirdir. Uzunluğunu, enliliğini adım adım ölçtüm, her ikisi de bin dört yüz adım geldi. Azerbaycan vilâyeti padişahını hutbede böyle anıyorlardı: El-emîr-ül eceli Seyf-üd devle ve Şeref-ül mille Ebu-Mansur Vehsudan İbni Muhammed mevlâ Emîr-ül mü’minin. Bu şehirde müsterika günlerinde yatsı namazından sonra dört yüz otuz dört yılı rebiülevvelinin on yedinci perşembe gecesi (17 Rebiülevvel 434 Perşembe /4 Kasım 1042 Perşembe) bir deprem olduğunu, şehrin yarısının yıkıldığını bir kısmınaysa bir zarar dokunmadığını anlattılar ve kırk bin adam öldü dediler. Tebriz’de Katran adlı bir şairle görüştüm. Güzel şiir söylüyordu ama Fars dilini iyi bilmiyordu. Yanıma geldi, Mencik’le Dakiki’nin divanlarını getirdi, bana okudu. Halledemediği manaların hepsini sordu, söyledim, anlattım. Şerhlerini yazdı. Kendi şiirlerini de bana okudu.’’
Hüsrev’in bu bilgilerinden Tebrizi’nin o dönemde en azından yöresinde tanınan bir şair olduğunu anlıyoruz. Şiirleri Hüsrev’in beğenisini aldığı halde Katran henüz Farsçayı iyi bilmiyordu, Mencik ile Dakiki’nin divanlarını getirerek anlamlarını bilmediği bazı kelimeleri sordu, Hüsrev ona anlamları açıkladı o da defterine bunları not etti. Buradan Katran’ın başka bir anadile sahip olduğunu edebi Farsçayı iyi bilmediğini anlıyoruz. Oysa bütün İran (Persia) topraklarında hükümran, alim ve edip çevrelerde batıdan doğuya günümüz Afganistan’ına kadar bu lehçe revaçtaydı. Buna Doğu Farsçası, Horasan Farsçası ya da Deri de deniyordu. Deri günümüzde Peştucanın yanısıra Afganistan’ın resmi dilidir.
Modern dönemin Fars ve Azeri tarihçi ve edebiyatçıları (Örneğin Ahmet Kesravi), Katran-ı Tebrizi’nin Fars olduğunu öne sürerek, Batı Farsçasını konuştuğunu, içinde pek çok yabancı kelime; örneğin Soğdca bulunan Doğu Farsçasını anlamadığını, bu nedenle bilmediği kelimeleri Nasır-ı Hüsrev’e sorduğunu iddia ediyorlar. Başka dilbilimcileri de Doğu Farsçasının o dönemde en duru ve gelişmiş Farsça olduğunu, resmi yazışmalarda, şahların, meliklerin ve emirlerin saray ve divanlarında kullanılan edebiyat dili haline geldiğini vurguluyorlar.
Bu nedenle onun sadece Batı Farsçasını bilen bir Fars olduğu iddiası güvenilir hiçbir kanıt ve belgeye dayanmıyor. Katran dönemin Rewadi Kürt devleti sınırları içinde, başkente yakın Şadiabad köyünde doğdu, Kürt toplumu ve üst sınıf çevresi içinde yetişti, dehkan sınıfından gelen zengin bir çevreye mensuptu. Hatta bazı kaynaklara göre dönemin hükümdar hanedanı Rewadiler soyundandı. Rewadiler de Şeddadi hanedanı gibi Kürt Hezbani aşiret konfederasyonunun ve başkentleri #Erbil#/#Hewlêr# olan Hezbanilerin bir koluydu. Bu nedenle Katran’ın Kürt bir aileden geliyor olması, idari makam, ilim, irfan ve edebiyat için Arapçanın yanında Farsça öğrenmesi ve şiirlerini revaçta olan Doğu Farsçası ile yazmak istemesi, en yüksek düzeyde bu Farsçayı öğrenme ve öğrendiği kelimeleri anlam ve şerhleriyle bir deftere kaydetme, hatta daha sonra bunu bir kamusa dönüştürme çabası akla daha yatkın geliyor. Kürt toplumunun bir alim ve edibi olarak anadilinin dönemin (11. yy) yöredeki bir #Kürtçe#si olması en doğalıdır.
Anlaşıldığı kadarıyla Katran-ı Tebrizi 20. yüzılın 60’lı yıllarında büyük bir divana dönüşen şiirlerinin yanısıra bir nevi sözlük denebilecek ve adı Tefasîr fî Luxet el’Furs denen bir kitap da yazmıştı. Ne yazık ki bu eser günümüze ulaşamamış, hakkında ayrıntılı bir şey bilemiyoruz. Eserin adına çağdaşı olan Esed-i Tusi’nin Azerbaycan toplumunun eğitimli çevreleri için kaleme alınan kamus çalışmasının önsözünde rastlıyoruz. O Tebrizi’nin derleme çalışmasından kamusuna sözcük aktarmamış ama bu çalışmasıyla Katran’ın amacının Doğu Farsçasının bilinmeyen kelimelerini açıklayarak batının toplumuyla tanıştırmak olduğunu belirtir. Katran’ın eseri günümüze ulaşamadığından açıklamalarının hangi dil ya da lehçede yazılmış olduğunu maalesef bilemiyoruz.
Tarihçi ve edebiyatçılar Selçuklu Oğuzların Horasan’a, oradan da doğu İran’ın (Persia’nın) Kirman, İsfahan, Cibal, Fars ve diğer yörelerine gelmeleriyle, söz konusu yerlerin pek çok iktidar sahiplerinin saldırı ve talan nedeniyle batı İran’a Azerbaycan’a doğru kaçıp gerilere çekildiklerini, alim, şair ve ediplerin de aynı yolu izleyerek batıya yerleşmeye başladıklarını bu nedenle doğu Farsçasının batı Farsçası ve diğer diller aleyhine yaygınlık göstererek gelinen yeni alanlarda da gelişme olanakları bulduğunu belirtirler.
Nasır-ı Hüsrev’in verdiği bilgilere göre, o Tebriz’e gelmeden dört yıl önce büyük bir deprem olmuş, şehir fazlasıyla sarsılarak yıkılmış, 40 bin insan yaşamını yitirmiştir. İbni Esir de El-Kamil fi’t-Tarih adlı eserinde Tebriz depreminden bahseder. ‘’ Bu sene Tebriz’de büyük bir zelzele oldu. Şehrin kalesi, surları, evleri, pazar yerleri ve hükümet konağının büyük bir kısmı yıkıldı. Emir o sırada bahçede olduğundan kurtuldu. Şehir halkından ölenlerin sayısı yaklaşık elli bin kadardı. Emir bu büyük felâket dolayısıyla siyah matem elbiseleri giydi ve Selçuklu Oğuzlarının saldırmasından korkarak kalelerinden birine çıkmağa karar verdi.’’ (İbn Esir, El Kâmil fi’t-Tarih c. 9, s. 391-392)
Katran-ı Tebrizi, içeriğinden de anlaşılabileceği gibi şiirinde depremden önceki Tebriz’i övmüş, döneminin en gelişkin ve güzel şehri olduğunu vurgulamış, depremin şehri harabeye çevirdiğini, halkını acılara boğduğunu belirterek daha sıcağı sıcağına trajik sonuçlarını tasvir etmiş, ayrıca Rewadi hükümdarı Ebû Mansur Vehsudan’ı (y. 1019-1059) şehri yeniden daha güzel ve görkemli inşa etmesi, yaralarını sarması için teşvik etmiş, ona methiyeler dizmiştir. Depremden sonra emir Vehsudan gerçekten de kısa bir sürede şehri yeniden görkemli bir biçimde inşa ettirmiştir. Dört yıl sonra Nasır-ı Hüsrev şehri oldukça bayındır gördüğünü yazar.
Katran-ı Tebrizi’nin divanı 20. yüzyılın ortalarında zengin bir iş insanı ve kolleksiyoncu olan Hacı Muhammed Nahcivani adında biri tarafından, farklı el yazma nüshalardan ve dağınık kasidelerden derlenerek bir divan olarak hazırlandı ve maalesef ölümünden sonra 1962 yılında Tahran’da basıldı. Eserin adı kapakta Divan-ı Katran-ı Tebrizi’dir, kapak altında ilk sayfada da Divan-ı Hekim Katran-ı Tebrizi olarak geçer. Divanda kasideler, mesnevi ve rubailer var.
Katran, yaşamının neredeyse tamamını Rewadi ve Şeddadi Kürt devletlerinin saraylarında, onların emirlerinin divanlarında geçirmiş, onlarla yakından arkadaş ve sırdaş olmuş, sevilmiş, seyılmış pek çok hediye ve ödüllerle taltif edilmiş, bazen Tebriz’de, bazen de Gence’de vakit geçirmiştir.
Şiirlerinin nerdeyse tamamı orta çağ Kürt tarihi, toplumsal ve kültürel yaşamıyla yakından ilgili olduğu halde günümüze kadar Kürtçeye çevrilmiş değiller. Katran-ı Tebrizi ve eseri üzerinde kayda değer herhangi bir araştırma Kürtlerce yapılmamıştır, Tarixê Meşahirê Kord (Kürt Meşhurları Tarihi)’nin üçüncü cildinde İran Kürdistanlı büyük alim Baba Merdoxê Ruhani, Rewadi ve Şeddadi emirlerinden bir bölümünü tanıtırken Katran-ı Tebrizi’nin onları öven kasidelerinden bazı parçaları vermiştir. Eserin kendisi Farsça yazıldığı için bu kasideler de Farsça olarak verilmiştir. Baba Merduxê Ruhanî’nin üç cildlik bu değerli esri M. Reşid Irgat ve İsmet Kılıçarslan tarafından Kürtçeye çevrilmiş, Nudem Yayınevi tarafından yayınlanmıştır. Çevirmenler, eserin tümüyle birlikte Katran-ı Tebrizi’nin söz konusu kasidelerini de Kürtçeye çevirmişlerdir. Tebriz depremiyle ilgili şiirden küçük bir parça da bu çeviriler arasında var.
Bu şiirlerin dışında, bilinen kadarıyla Katran ve eseri Kürtlerce gereği gibi bilinmemektedir. Oysa Divan’da pek çok emirle ilgili oldukça kabarık bir şiirler derlemesi var. Farslar onu kendilerine mal ederler. Azeri tarihçi ve edebiyatçılar da onu bugünkü Azerbaycan edebiyatının bir öncüsüymüş gibi ele almaktadırlar. İran tarihiyle yakından ilgili Avrupalı tarihçi ve edebiyatçılar, İranologlar, Tebrizi’ye önem verirler. Çek asıllı Jan Rypka onun, kasidelerinde 30 dolayında emirle ilgili methiyeler yazarak yaşamları hakkında şu ya da bu ölçüde bilgiler verdiğini belirtir. Britanyalı oryantalist ve dil bilimci E. Denison Ross da Katran’ın 20 emirle ilgili bilgiler verdiğini yazar, bunlardan 12 emirin adını içeren bir liste de sunar:
1- Emir İmaduddin Ebu Nasir.
2- Ebu Nasir Muhammed bin Mes’ud bin Memlan.
3- Ebü’l Mensur Mes’ud bin Memlan.
4- Ebü’l Muzaffer Fezlun(Fedlun).
5- Ebü’l Heyca Menüçehr bin Vahsudan.
6- Ebü’l Qasim Ebdullah bin vahsudan.
7- Emir Seyyid’l Mensur Ebü’l Fezl Cafer bin Ali
8- Ebü’l Xelîl Cafer bin ali (ya da bin İzzeddin).
9-Ebû Dulaf.
10-Ebü’l Muammer.
11-Ebü’l Yusr.
12-Ebü’l Hasan.
Rewadi hükümdarı Ebu Mensur (y. 1019-1059), oğlu ve halefi Ebu Nasir II. Memlan (y. 1058/59-1070), Gence’nin Şeddadi hükümdarları Ebü’l Esvar(Suvar) Şavur ibn Fadl [y. 1022-1067) ve Fadl ibn Şavur(y. 1067-1073) hakkında da kasideler yazmış. Ayrıca Nahcıvan hâkimi Ebu Dulaf-ı Deyrani’ye de eserinde yer vermiştir.
Kasidelerinde, daha önce de belirttiğimiz gibi 1042 Kasım’ında Tebriz’de meydana gelen depremden, ayrıca Oğuzların 1040’ta Azerbaycan, daha açıkçası Rewadiler üzerine olan saldırılarından bahseder. Ayrıca iki komşu Kürt devleti Rewadi ve Şedadiler arasındaki bir barış anlaşmasına da değinir.
Bazı tarihçiler Qawusname adlı eser de Katran-ı Tebrizi’nindir der, bazıları de bunu red ederek eserin ondan yüz yıl sonra yaşayan Katran-ı Tirmizi’ye ait olduğunu belirtirler. Katran-ı Tebrizi ile tanınmış Fars şairi Rudaki(ö. 941)’nin şiirlerinin de çok benzerlikler gösterdiği, bibirbirlerine yakın patronlara; örneğin Samani hükümdarı Nasır ibn Ahmed (h. 914.943) ile Ebu Nasır Memlan’a sunulan methiyeler oldukları için karıştırıldıklarını belirtirler. Katran-ı Tebrizi dönemin Azerbaycan’ında Farsça/Derice şiir yazan ilk şairdir.
Gence’de ölen Katran-ı Tebrizi’nin ölüm tarihi de kesin olarak bilinmiyor. Bugün Tebriz’de bulunan Şairler Mozolesi’nde onun da adı var. Ömrünün sonlarına doğru ‘gut’ hastalığına yakalandığından bu onun zengin ve debdebeli lüks bir yaşam içinde yaşadığının belirtisi olarak gösterilmektedir. 19. yüzyıl İranlı şair Rıza Kuli Han Hidayet, onun 1072’de öldüğünü belirtir. Fakat onun Rewadi hükümdari Ebu Nasır Memlan’a adanan bir şiirinin içeriğinden anlaşıldığına göre en azından 1088’de de yaşıyordu. Taki’ye göre Katran 1092’de öldü.
E. Denisen Ross, Katran-ı Tebrizi’nin şiirleri sayesinde Şeddadi, Müsafiri (Salari) ve Ziyari hanedanları ile ilgili önemli bilgiler sunmuştur.
Şiirlerinde Selçuklu sultanlarının ve Abbasi halifelerinin adları ve yaptıkları da anlatılmaktadır.[1]
Araştırmacı Yazar Murad Ciwan