Öğretmenlik yaptığı Sivas’ta donmak üzereyken kurtarılır. Donmaktan kurtulduğu Sivas'ta yakılarak katledilir. Asaf Kocak, annesinin tabiriyle Dîno... Naile Koç ile Kürt Dîno'nun yaşama savrulan küllerini konuştuk... [1]
Kimse bilmiyor ama Sivas’ta hep üşürüm ben. Aylardan Temmuzmuş, gökteki güneş toprağı kavuruyormuş, bakma sen onlara. Bu topraklara ne zaman adım atsam, bedenim buz keser benim. Önce ayaklarımın dermanı kesilir sonra ellerimin. Sonra tatlı bir uyku kaplar bedenimi. Sıcacık. Diz boyu kardır her yer. Ne zaman bu topraklara adım atsam Çiçek Dağlı o öğretmen olurum yeniden. Hayat ne garip. İnsanoğlu ne bahtsız. Bugün 2 Temmuz 1993. Ama ben iliklerime dek hissediyorum o kar soğuğunu. O boranı ve bembeyaz uğultuyu.
Bu satırlar Deve Kuşu ve Blues 'Bir Asaf Koçak Anlatısı’ kitabından alıntı. Asaf Koçak, çocukluğunda evlerine gelen misafirlerin bir kenarda oturup resmini çizerek başlamış çizim yapmaya. Annesi ve misafirlerin ne yapıyor bu çocuk elinde kalemiyle diye sorduğunda annesi, “Dîno” (Deli) işte diyormuş. Ve o kalem çocukluğundan ölümüne kadar elinden hiç düşmemiş. Öğretmenlik yaptığı yıllarda Sivas’ta donmak üzereyken arkadaşları tarafından kurtarılan Koçak’ın kendine geldiğinde en büyük kaygısı parmaklarının sağlıklı olup olmadığı olmuş. Nitekim parmakları onun hayatı olmuş. Koçak, yıllar önce donmaktan kurtulduğu Sivas’ta 2 Temmuz 1993 tarihinde 33 aydın ve sanatçı arkadaşıyla birlikte Madımak Oteli’nde ateşler içinde yakıldı. Kürt Dîno'nun külleri, o günden bu yana ülkenin üzerinde savrulup duruyor. Kürt Dîno diyoruz çünkü o yaklaşık 300 yıl önce Adıyaman'dan Kırşehir'e göç etmiş Kürtlerden. Tıpkı bir bitkinin betonu delerek yeşermesi gibi Kırşehir bozkırlarında yeşermiş Kürtlerden...
Kürtçe'ye tutkundu
Kırşehir Kürtlerinden olan Koçak'ın Kürtçe’ye tutkusu onu tanıma fırsatı bulmuş birçok kişi tarafından biliyor. Koçak, Kürtçe’yi çok iyi bilmemesine rağmen kendisiyle Kürtçe konuşulması ister ve Kürtçe konuşmak için büyük çaba gösterir.
Sohbet havasında bir kitap
Madımak Katliamı’nda yaralı kadın ve çocukları kurtarmak için uğraşırken yaşamdan kopan Koçak’ın hayatını yakınlarının anlattığı bir belgesel (Dîno) ile daha yakından tanıma fırsatım oldu. Ve gazeteci-yazar Naile Koç’un Liman Yayınevi’nden çıkan Deve Kuşu ve Blues 'Bir Asaf Koçak Anlatısı' kitabı ile sanki kendisiyle sohbet etme imkanı bulmuş gibi hissettim. Naile Koç ile kaleme aldığı kitabı üzerine sohbet ettik. İyi okumalar...
Asaf Koçak’ın anlatımlarına yer verdiğiniz kitap çalışmanız uzun bir zaman ve emek almış. Kitabın girişinde paylaştığınız bilgilerden bunu anlıyoruz. Bize biraz böyle bir kitap yazma fikrinin nasıl geliştiğinden bahseder misiniz?
Baya uzun sürdü bu kitap çalışması. Çünkü bu işe başlarken amacım röportajlar yapıp onu kitaplaştırmaktı. Şehirlerarası onlarca görüşme yaptım, arşivler taradım, röportaj kayıtları aldım. Sonra süreç planladığım gibi akmadı. Farklı zamanlarda hazırladığım üç dosyayı da içime sinmediği için çöpe attım. Ve yeniden bambaşka bir kurguyla kaleme almaya karar verdim. Elinizdeki kitap böyle çıktı ortaya. Kitabın asıl çıkış fikri tabii ki Madımak Katliamı. On yaşındaki bir çocuğun televizyon ekranlarında izlediği o alevler, dumanlar, ‘Yak oğlum yak’ diye bağıran o ses, sloganlar. Ağlayıp, dizlerini döven ev halkı. Köyde günlerce konuşulan Çiçek Dağlı genç öğretmen... Bu konuyla ilgili bir şeyler yazma fikri o zaman oluştu bende. Şartlardan kaynaklı ancak bu kadar zaman sonra bir ürüne dönüşebildi sadece.
Çalışmanıza “Deve Kuşu ve Blues” ismini vermenizin Asaf Koçak’ın kitapta bahsettiğiniz Deve Kuşu sergisiyle bir bağlantısı var mı?
Evet. Blues, Asaf Koçak’ın hem mızıkasına bir göndermedir hem çok sevdiği farklı müzik türlerine hem de kuralsız bir müzik olduğu için kişiliğine. Deve Kuşu da Asaf Koçak’ın karikatürlerinin temel imgesidir. Toplumu, toplumun olaylar karşısındaki tutumunu bu imgeyle eleştirir çünkü.
Kitabı okurken sanki Asaf Koçak ile sohbet eder hissi yaratıyor. Bu anlatımlar kendi anlatımları mı yoksa kurgu mu?
Asaf Koçak’ın ölümünden önce açtığı son sergisinin ismi ‘Yok Devenin Kuşu’. Bu sergiye hazırlanırken Çerkes Karadağ fotoğraflarını çekiyor ve sergi sonrası da gazetelerde yayınlanan bir röportaj yapıyor Asaf Koçak’la. O röportajdan kullandığım alıntılar var, birebir kendi söylemleri, arkadaşları ve ailesinin onun ifadesi olarak dillendirdikleri var ve tabii fazlaca kurgu da var.
Kitabınızda Sivas Katliamı sırasında Madımak Oteli'nde yaşananları Asaf Koçak’tan okuyoruz. Ölüme giderken mızıkası ile dışarıdaki güruhun sesini biraz olsun bastırmak için mızıka çalıyor, biraz o günden ve anlatımlarından bahseder misiniz?
Katliamdan sağ kurtulanlardan şair Olgun Şensoy ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) eski Genel Sekreteri Rıza Aydoğmuş ile görüşmelerim oldu. Ayrıca biliyorsunuz konu ile ilgili televizyon programları ve belgeseller var. Biz bunlardan hareketle Asaf Koçak’ın son ana kadar her zaman olduğu gibi herkesi neşelendirmeye çalıştığını, gençlerin arasına kurulup mızıka çaldığını, gazetelere telefonla içerideki ve görebildikleri ölçüde dışarıdaki durum hakkında bilgilendirme yaptığını biliyoruz. Ve o binadan çıkabilecek durumdayken tekrar dönüp, içeride ateşin ve dumanın orta yerinde kalan kadınları ve çocukları çıkarmak için uğraştığını biliyoruz. Otelden çıkarıldığı sırada hala yaşadığını da. Kitabın kurgusunu şekillendiren şey bu anlatımların toplamı aslında.
Asaf Koçak’a dair çok çarpıcı şeylerden biri de donmaktan kurtulduğu şehirde yakılarak katlediliyor olması. Bunu yazarken ne hissettiniz?
Asaf Koçak’ın 35 yıllık kısacık ömrü bence zaten trajik. Erken dönem bir baba kaybı var. Bozkır kültüründe sıkışıp kalma var. Memuriyet dönemi var ki bu cidden en zorlandığı zamanlardan. Sonra her şeyi bırakıp tutkusu olan şeye; çizmeye bütün zamanını ayırabilmek için bambaşka bir hayat yaratma çabası var. Dolayısıyla hayatının her evresini farklı farklı anlamaya, hissetmeye çalışıyorsunuz. Sivas aslında hem karikatürist olmasına vesile olan şehir yani her şeyin başladığı yer hem de her şeyin son bulduğu. Beni aslında duygusal olarak en çok zorlayan şey otelin içinde bekledikleri o 8 saat. Maruz kaldıkları şeyler, baş etmek zorunda bırakıldıkları duygular. Yani o işkenceyi göğüsleme veya buna mecbur bırakılma durumu.
Koçak, Dîno olarak da tanınıyor. Hatta karikatürlerindeki imzalar Dîno diye geçiyor. Bize Dîno’nun hikayesini anlatabilir misiniz?
Bizim kültürümüzde biliyorsunuz mahlaslar, lakaplar çoktur. Haylaz, ele avuca sığmaz ve laf dinlemez bir çocuk olduğu için annesi ona Dîno diye seslenirmiş. Büyüdükçe de üstüne yapışmış bu lakap. Anlatımlardan tanıdığımız Asaf Koçak, ‘deli’ olarak anılmaktan rahatsız olmayan biri. Çünkü ‘normal’e benzemek gibi bir gayreti de isteği de yok. Dîno olarak anılmak, zaten uyum sağlamakta zorlandığı toplumda onun elini güçlendirmiş aslında. ‘Normal’ değilseniz kimse sizi kendi kurallarına uymaya zorlamaz sonuçta. Muhtemelen bu lakabı, taparcasına sevdiği annesi koyduğu için de severek kullanmış ve benimsemiş. Hem de ilk dönem karikatürlerinde bu lakabı, mahlası imza olarak kullanacak kadar benimsemiş.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Ben Asaf Koçak’a nam-ı diğer Çiçek Dağlı Dîno’ya dair bir şeyler yazabildiğim, bunu insanlara ulaştırabildiğim için çok mutluyum. Çünkü Asaf Koçak, sadece Madımak Katliamı’nda katledilen o genç karikatürist değildir. Onun hayatı, uzun göç yollarını aşıp Orta Anadolu’yu yurt edinmiş Kürtlerin hayatıdır. Onların o coğrafyada Kürtler, Türkmenler, Abdallar, Aleviler, Hanefiler, Şafilerin vb birçok kültür ve inançla bir arada yaşama çabasının hikâyesidir. Onun hayatı, delice sevdiği topraklara, kültüre kafa tutan ‘öteki’nin başkaldırış ve inat hikâyesidir. Yani; aslında hepimizin içindeki o deli damardır.
Bizden sonraki kuşağa yitirdiklerimize dair iki söz edebilmiş, onların anılarını canlı tutabilmişsek ne mutlu bize!