Bülbül, Dersim Katliamı’nı Munzur’un kenarında anlattı: Munzur o dönem kan aktı
HDP Milletvekili Kemal Bülbül, Munzur nehri kıyısından Dersim Katliamı’nı anlattı. Bülbül, “Munzur o dönem kan aktı, o dönem bağrında ne yazık ki çocukların kadınların gençlerin cesetlerini taşıdı” dedi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Antalya Milletvekili Kemal Bülbül, Dersim Tertelesi’nin 85. yılında yaşamını yitirenleri andı. Bülbül, Munzur nehri kıyısında çektiği videoda duygularını paylaşarak, 4 Mayıs 1937’nin, dönemin hükümeti tarafından Dersim’de ‘Tedip, Tenkil ve Tehcir Harekatı’nın başlangıç tarihi olduğunu belirtti. Milletvekili Kemal Bülbül, “Bu tarih Cumhurbaşkanı tarafından onaylandı ve askeri harekata dönüştü” diyerek 1935 yılında çıkarılan ‘Tunceli Kanunu’ ile amaçlananlara da işaret etti.[1]
“MUNZUR O DÖNEM KAN AKTI”
Milletvekili Kemal Bülbül, Tunceli Kanunu çerçevesinde Dersim’in dili, tarihi, kültürü, inancı ve doğasının hedefe konulduğunu belirterek şunları kaydetti:
“Dersim’in varlığı yok edilemiyorsa, değiştirmek ve sistemin kendisine benzetmek, hizmetine alınmak istenmiştir. Tunceli Kanunu 1935’ten beri yürürlüktedir ve bu kanun gereği Dersim’in adı ‘Tunceli’ olmuştur. Tunceli kavramı devletin, buradaki insanların tepesine inecek ‘Buradaki insanlar şakidir, sergerdedir’; günümüz tabiriyle ‘Teröristtir. O halde yok edilmelidir’, [1]‘Yok edilemiyorsa değiştirilmeli, asimile edilmelidir’ gibi barbarca bir yaklaşım ortaya koymuştur. Bu yaklaşım 1935 yılında yasalaşmış 1937 4 Mayıs’ta askeri harekata dönüşmüştür. Şimdi Munzur kıyısından sizlere bunu acı içerisinde ifade ederken Munzur’un tanıklığından da söz etmek lazım. Munzur o dönem kan aktı. O dönem bağrında ne yazık ki çocukların, kadınların, gençlerin, cesetlerini taşıdı. Dersim nice acılara tanık, gark oldu. Buna rağmen tarihi, inançsal, kültürel, doğal varlığını sürdürmek için büyük bir çaba ve mücadele içerisinde oldu. Bu varlığa hizmet etmek için gelip geçen Seyit Rıza’dan Alişer’e, Zarife Ana’dan nice adını sayamadığımız değerli insanlara kadar hepsine sevgi ve saygılar sunuyor 4 Mayıs 1937’nin 85. yıl dönümünde Dersim’in inancı, kültürü, tarihi varlığını sürdürmek için gereken mücadeleyi yürüteceğimizi ifade etmek istiyorum.”
ASKERLERİN AGZINDAN DERSİM KATLİAMI
Tarihe “Dersim İsyanı” diye düşmüşlerdi notu, Tunceli’de 1937-1938 yılında meydana gelen olaylar için.. Resmi tarih, Dersim’de şakilerin isyanı, ayaklanması bastırıldı diye yazıyordu….
Tarihin karanlık sayfalarına gömüldü Dersim’e operasyon; konuşturulmadı, gerçekliğin sır perdesi bir türlü aralanamadı. Kimilerine göre Dersim’de bir isyan yoktu, yeni kurulan bir cumhuriyetin köklerini kurmasıydı; bahaneler bulunup operasyon yapılmıştı. Süt beyazlığıyla ünlü Munzur nehrinin bir hafta kan aktığı görülmüştü. Katliamlar, sürgünler, yağmalar…
Kimine göre ise Dersim’de Seyit Rıza öncülüğünde karakollar basılmış, vergi verilmez olmuş, askerler öldürülmüş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı tanınmaz olmuştu. Neşteri vurmak gerekiyordu Dersim’e; meşhur o sözlerle dile getirmek gerekirse “Dersim bir çıban başıydı, ve koparılması gerekiyordu.”
Hangi tarihe inanırsanız inanın, o çıban koparıldı!
Erdoğan’ın tartışma yaratan sözleri
Pandoranın kutusunu isıe Başbakan Erdoğan açtı, Dersim’de yaşananılanları “katliam” diye nitelendirerek… Buna benzer bir açıklamayı daha önce de İhsan Sabri Çağlayangil yapmıştı, mağaralara kaçan insanlar dışarı çıkarmak için zehirli gaz bombalarını atıklarını söylüyordu….
O dönem Dersim harekatında yer alan emekli generallerden Muhsin Batur ise “Anılar ve Görüşler” adlı kitabında katliamı doğrularcasına “okuyucularımdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum” diyecekti…
Harekata katılan iki asker konuştu
Ve şimdi Dersim’de isyanın var olup olmadığı, katliam yaşandı mı tartışmalarının odağında yönetmen Özgür Fındık “Kara Vagon-38 Dersim Sürgünleri” adlı belgeselle karşımıza çıkıyor. 5 Mayıs’ta Bilgi Üniversitesi’nde galası yapılacak olan belgeselde Dersim katliamında sürgüne gidenler, gittikleri yerlerden acı ve gözyaşlarıyla “yaşanılanları” ve “sürgünleri” anlatıyor…
Belgeselin en önemli yanı ise o dönemde Dersim’deki harekata katılmış orduda görevli iki askerin anlatımı. Askerlerden birinin adı Haydar Dede…
Belgesele konuşan Hayder Dede anlatıyor:
“Bir alay komutanımız geldi, Konya’dan. Dedi ki; ‘Arkadaşlar, vatandaşlar dünyada dört hain vardır’ dedi. ‘Biliyor musunuz?’ Biz nereden bilelim dört haini. ‘bak’ dedi. ‘Biri fani (veya vali), biri kurt, biri domuz, biri de Kürt’ dedi. Bu dördünü de aynı anda söyledi.”
“Adamları vurduk, vurdular. Şimdi şöyle kol kola taktılar. Şöyle kol kola taktılar beş yüz, alt yüz kişiyi ağır makineli tüfeklerle şöyle öldürdüler. Harçik ırmağına koydular, ırmak kıpkırmızı aktı. Yanız bir kadın kendisini suya attı, kaçtı kurtuldu.”
Yine Haydar Dede adlı asker anlatıyor: “Bomba atıp içeri girdiler. Yetmiş üç kişiyi içerden çıkardılar, yedisi erkekmiş. Gerisi kadın ve çocuk.”
Belgesele konuşan askerler birisi de Eskeri Akyol. Dersim olaylarının yaşandığı dönem 2. Tabur 9. Bölük’te askerlik yapan 101 yaşındaki Eskeri Akyol, yaşanılanları vahşet olarak nitelendiriyor begeselde…
74 yıl sonra konuşan Akyol, Dersim’e Diyarbakır’dan 7 gün 7 gece yürüyerek gittiklerini söylüyor: “Gittikten sonra bizi Ali Boğazı’na verdiler. Gittiğimizde askerler evleri yakıyordu. Ulaştıkları tüm evleri yakıyorlardı…”
Katliamdan kurtulabilenlerin mağaralara saklandıklarını, kimisinin ise Munzur nehrini aşarak İngilizlere ve Ruslara sığındıklarını anlatıyor Akyol…
“Üzerlerine gazyağı döküp yakıyorlardı”[1]
Mağaralara girmekten korkuyorlarmış askerler, ama “girin” talimatı üzerine askerler mağaraları ateşe veriyor; bu kısmı Akyol şu sözlerle anlatıyor: “Bombaları atmak zorundaydık mağaralara. Sonra gidip baktığımızda öyle çoğu yaşlı benim gibi. Getirip üst üste yığıyordu askerler ve üzerlerine gazyağı döküp ateşliyorlardı… Öyle canlı canlı…”
Eskeri Akyol anlatıyor yine: “Çok öldürüldüler! Askerlerden de, ahaliden de çok insan öldürüldü. Yukarı Kutu deresinde ceset kokusundan durulamıyordu. İnsanları öldürüp atmşlardı.Öylesine felaket görülmemiştir. Askerler Allah’ın merine karşı geliyorlardı ha…”
Askeri Akyol, röportajı yapan muhabirin “Tahminen kaç kişi öldürdünüz?” sorusuna, “Valla ne bileyim işte koşturarak ateş ediyorduk… Kalkıp yalan mı söyleyeyim. Askerdik ‘ateş’ dediklerinde mecburduk ateş etmeye…” sözleriyle cevaplıyor.
Akyol yutkunarak, gözyaşlarını akıtarak anlatıyor vahşeti… Zamanla öldürmelerin son bulduğunu ve sürgünlerin başladığını söylüyor…