$Bütün Yönleriyle Lozan Barış Antlaşması$
( 24 Temmuz 1923 )
Yakın Doğu Meseleleri Üzerine Lozan Konferansı
20 Kasım 1922-4 Şubat 1923 / 23 Nisan 1923-24 Temmuz 1923
$A- LOZAN ÖNCESİ GELİŞMELER$
Lozan Öncesi; Lozan’ a giden süreç bilinmeden yalnızca Lozan’da alınan kararlar üzerinden olayı değerlendirmek, Lozanı anlamamızı ve yorumlamamızı güçleştirir. Fazla değil on yıl gerisinden baktığımızda; 1911-1912 İtalya ile Trablusgarp Savaşı ve Uşi Antlaşması ile Kuzey Afrika’daki Osmanlı varlığına sonverilmiştir. Bu sonuç, Balkan ülkelerini Osmanlı’ya karşı cesaretlendirmiştir ve kısa bir süre sonra Balkan Ülkeleri ( Sırbistan, Karadağ, Yunanistan, Bulgaristan) I. Balkan Savaşı’nı başlatıp Osmanlı’yı mağlup edip Londra Antlaşması ile Osmanlı’dan büyük ölçüde toprak kopartmışlardır. (Makedonya, Arnavutluk, Trakya’nın tamamı, Selanik, Yanya, Kavala, Ege Adaları kaybedildi.) II. Balkan Savaşı’nda bu sefer Balkan ülkeleri Bulgaristan ile savaştı, bu karışıklıktan istifadeyle Osmanlı Edirne ve Kırklareli’ni geri almıştır. Ancak Balkan Savaşları’yla tarihinin en ağır yenilgilerini alan Osmanlı’nın aynı zamanda sınırları da büyük ölçüde küçülmüş, siyasi ve ekonomik çöküşü hızlanmıştır. Balkan Savaşları aynı zamanda Avrupa’yı da etkilemiş, bloklar arası gerginliği arttırmış, silahlanma yarışını hızlandırmış, adeta I. Dünya Savaşı’na zemin hazırlamıştır.Nihayetinde I. Dünya Savaşı cereyan etmiş, İtilaf Devletleri galip gelmiş; Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı İttifak Devletleri ağır bir mağlubiyete uğramışlardır. 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması ile savaş bitirilmiş ise de Antlaşma barış antlaşması gibi uygulanmış; maddeleriyle Osmanlı fiilen bitirilmiş, Anadolu işgali ile birlikte Kurtuluş Savaşı başlamıştır. 18 Ocak 1919 tarihinde I. Dünya Savaşı’nda yenilenlerle Barış Antlaşmalarının yapılması için Paris Barış Konferansı toplanılmıştır. Sevr Antlaşması haricideki diğer antlaşmaların şartları burada belirlenmiştir. Daha sonra Osmanlı ile imzalanan Sevr Barış Antlaşması (10 Ağustos 1920) ise uygulanamayacak ve konumuz olan Lozan ile değişecektir. Devam eden Kurtuluş Savaşı’nda da artık sona gelinmiş26 Ağustos 1922 tarihinde Türkiye tarafından başlatılan Büyük Taarruz netice vermiş, önce Yunan güçleri durdurulmuş sonra 30 Ağustos 1922 tarihinde Başkomutanlık Meydan Savaşında Dumlupınar’da Yunan güçleri imha edilmiş ve nihayetinde 9 Eylül 1922 tarihinde Türkiye ordusu zaferle İzmir’e girmiştir.
Bu zaferle, amaç gerçekleşmiş, Anadolu Yunan işgalinden kurtarılmıştır. (Anadolu’da en çok Ege Bölgesi işgal altında kalmıştır. (15 Mayıs 1919’dan bu tarihe) Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşmış, bu mücadelenin askeri mücadele safhası bitmiş, siyasal (diplomatik) mücadele safhası başlamıştır. İtilaf Devletleri’nin ateşkes önerisi neticesinde, 3 Ekim’de Mudanya’da başlayan Konferans, 11 Ekim 1922 tarihinde Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalanmasıyla sonuçlanmıştır. Anlaşmanın imzalandığı konferansa; İngiltere, Fransa, İtalya ve Türkiye Devleti ( Büyük Millet Meclisi adına İsmet İnönü) katılmıştır. ( Yunanistan katılmamıştır, dışardan takip etmiştir. )
Mudanya’ya ortam hazırlayan etkenler; aslında Lozan içinde birer önemli etkendir. Bunlar; Fransa ve İtalya’nın İngiltere’ye baskı yapıp yalnız bırakmaları, İngiltere’nin Türkiye’ye karşı yapacağı muhtemel bir savaşta kendi halk oyu desteğini elde edememesi ve sömürgelerinin ( dominyonlarının ) de gereken desteği vermemesi, Yunan ordularının kesin olarak yenilmesi ve Anadolu’dan kaçmaları, Rusya’nın Türkiye’yi desteklemesidir. İşte bu gerekçeler İngiltere’yi bu antlaşmaya zorlamıştır. Antlaşmanın önemli maddeleri ve önemi ana hatlarıyla şöyledir:
1) Mudanya Ateşkes Antlaşması ( 11 Ekim 1922 )
Mudanya Ateşkes Antlaşması’nınönemli maddeleri:
1- Türkiye ile Yunanistan arasında savaş sona erecektir.
2- Yunanistan Meriç’e kadar olan Doğu Trakya’yı 15 gün içinde boşaltacaktır. Boşaltma sırasında karışıklık olmaması için itilaf askerleri görev alacaktır. Ancak, Doğu Trakya’da boşaltılan yerlerde asayişin sağlanması için 8.000 kişilik Türkiye Jandarma gücü görev yapabilecektir.
3- İstanbul ve Boğazların idaresi TBMM’ye verildi. Barış Antlaşmasına kadar Türkiye kuvvetleri; Çanakkale ve İzmit’te bekleyecekler, İstanbul’a giremeyecekler. İtilaf askerleri İstanbul’da kalacaklardır.
Bu anlaşma şu önemli sonuçları doğurmuştur: İstanbul, Boğazlar ve Doğu Trakya savaşılmadan kurtarılmıştır. İstanbul yönetiminin TBMM’ye verilmesiyle Osmanlı Devleti hukuken sona ermiştir. (1 Kasım 1922 tarihinde Saltanatın kaldırılması ile resmen sona erecektir. Lozan’la da tamamen ortadan kalkmıştır.) Daha önce TBMM’yi tanımıştı, bu antlaşmayla İngiltere ve İtalya’da TBMM’yi resmen tanımış oldu. (Bu arada Türkiye’nin isteklerine en çok İngiltere direnmiştir ve nihayetinde de İngiltere hükümeti görevden ayrılmak zorunda kalmıştır.) Kurtuluş Savaşı’nın askeri safhasından sonra hukuki safhası da sona ermiştir. Siyasi (Diplomatik) safhası başlamıştır.
Sonuç olarak Mondros Ateşkes Antlaşması’nın yerini Mudanya Ateşkes Antlaşması almıştır. Mudanya aynı zamanda Lozan’a zemin hazırlayarak, Sevr Barış Antlaşması’nın yerini de Lozan Barış Antlaşması alacaktır.
2) Saltanatın Kaldırılması
Lozan sürecinin en önemli gelişmelerinden biri de şüphesiz Saltanatın kaldırılmasıdır. İtilaf Devletleri Londra Konferansı’nda olduğu gibi TBMM ile birlikte Osmanlı ( İstanbul ) Hükümeti’ni Lozan Konferansı’na da çağırarak, çift başlılık ortamı yaratıp siyaseten fırsatçılık yapıp durumdan istifade etme gayesi içerisinde iken, İstanbul Hükümeti’nin de davete icabet etme arzusu, Ankara hükümetini harekete geçirdi. Ve meseleyi alelacele meclise getirip, bir oldu bitiyle 1 Kasım 1922 tarihinde 1299 yılından beri süre gelen Osmanlı hanedanın varlığına son verip Saltanatı Kaldırdı. Böylece İstanbul’daki yönetimi TBMM devralmıştır. Padişah Vahdeddin (VI. Mehmet) son Osmanlı Padişahı olarak 17 Kasım 1922 tarihinde yurdu terketme zorunda bırakılırken, amcasının oğlu II.Abdülmecit meclis tarafından halife (son halife) seçilmiştir. Lozan için içerde bütün şartlar uygun hale getirilmiştir.
$B) LOZAN (LAUSANNE) BARIŞ KONFERANSI$
“Yakın Doğu Sorunları Üzerine Lozan Konferansı” resmi adıyla, Doğuya kesin barış getirmek amacıyla 20 Kasım 1922 tarihinde (13 Kasım’da toplanılması ön görülüyordu.) bir hafta gecikmeli olarak toplanmıştır. Lozan Konferansı, İsviçre’nin Lozan kentinde Mont Benon Gazinosunda, Uşi (Ouchy) Şatosunda başlamış, Rumine Sarayı’nda (Palais de Rumine) devam etmiş ve Lozan Üniversitesi tören salonunda Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla son bulmuştur. Lozan Konferansı, belli başlı konularda anlaşma sağlanamadığı için kesintiye uğramış, bu sebeple iki ayrı dönem aralığında gerçekleşmiştir. I. Dönem 20 Kasım 1922’de başlamış ve 4 Şubat 1923 tarihinde sonuç elde edemeden dağılmıştır. II. Dönem 23 Nisan 1923’te başlamış 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla sonuçlanmıştır.
Taraf ülkelerin temsilcileri arasında imzalanan anlaşma, uluslararası anlaşmaların ülke meclislerince onaylanmasını gerektiren yasalar gereğince taraf ülkelerin meclislerinde görüşülmüş ve Türkiye tarafından ( 14 olumsuza karşı 213 oyla TBMM onayı ile) 23 Ağustos 1923’te, Yunanistan tarafından 25 Ağustos 1923’te, İtalya tarafından 12 Mart 1924’te, Japonya tarafından 15 Mayıs 1924’te imzalanmıştır. İngiltere’nin anlaşmayı onaylaması ise 16 Temmuz 1924 tarihinde olmuştur. Anlaşma, tüm tarafların onaylarında dair belgeler resmi olarak Paris’e iletildikten sonra, 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
1) Lozan Barış Konferansı’na Katılan Ülkeler ve Temsilcileri
Konferansa katılan ülkelere ve katılma gerekçelerine değinecek olursak; Konferansı toplayan, davetçi olan dört ülke; İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya’dır. Davet edilen ülkelerden bütün görüşmelere çağrılan; Yunanistan, Türkiye, Romanya, Yugoslavya’dır. ( Sırp-Hırvat-Sloven Devletleri) . Boğazlar Sorunu’nun görüşmeleri için; Karadeniz’e kıyısı olan Devletler; Sovyet Rusya, ( Gürcistan ve Ukrayna ), Bulgaristan ( Bulgaristan, aynı zamanda Trakya sınırı için de ) davet edilmiştir. Bir takım ekonomik konuları görüşmek için; Belçika ve Portekiz davet edilmiştir. Gözlemci devlet statüsünde de ABD katılmıştır.
Konferansa Türkiye’yi temsilen Delegasyon başkanı İsmet İnönü, Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nur Bey ve Maliye Eski Bakanı Hasan Saka Bey, toplam 33 kişilik heyet katılmıştır. ( Dış İşleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşek tecrübeli olmasına rağmen istifa ettiriliyor ( yerine İsmet İnönü atanıyor), Başbakan Rauf Orbay ve Kurtuluş Savaşının sembol ismi Kazım Karabekir düşünülmüyor İsmet İnönü Lozan’a gönderiliyor. Çünkü, Atatürk’ün en sadık adamı, en yakın dostu ve diğer üçüne göre en yönetilebilir olması, İnönü’yü avantajlı hale getirmiş, görünür gerekçe olarak Mudanya Barışını yönetmesi ileri sürülmüştür. Ayrıca, Atatürk’ün, Rauf Orbay’ın İngiliz yanlısı, Yusuf Kemal Tengirşek’in Sovyetler Birliği yanlısı olduğunu düşünmesinin de etkili olduğu söylentiler arasındadır.)
İngiltere’yi temsilen, ilk dönemde Dışişleri Bakanı Lord Curzon, 23 Nisan 1923’den sonra ikinci dönemde Sir Horace Rumbold Lozan’da bulunmuştur. Fransa temsilcisi, Delegasyon Başkanı Maurice Bompard, delege CamilleBarre, Fransa Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlığı görevlerini yapmış RaymondPoincare, görüşmelerin ikinci döneminde General Pelle ülkesini temsil etmiş. İtalya temsilcisi, Başbakan BenitoMussolini, CamilloGarroni’dir.
2) Lozana Gönderilen Heyete Hükümet Tarafından Verilen Bildiri
1.Doğu Sınırı: Ermeni yurdu bahis konusu olamaz. Olur ise müzakerelerin kesilmesini gerektirir.
Irak Sınırı:Süleymaniye, Kerkük ve Musul sancakları istenecektir. Konferansta bundan farklı olarak ortaya çıkacakgüçlükleriçin Bakanlar Kurulu’ndan talimat alınacaktır. Petrol vesaire imtiyazları konusunda İngilizler’e bazı ekonomik çıkarlarsağlanmasıgörüşülebilir.
Suriye Sınırı: Bu sınırın düzeltilmesineimkân oranında son derecede çalışılacak ve bu sınır şöyle olacaktır: Resiİbn-iHayn’danbaşlayarakHarm, Müslimiye, Meskene ve sonra Fırat yolu Dirizor, çöl ve nihayet Musul Vilayeti güney sınırına ulaşır
Adalar: Duruma göre hareket edilecek ve kıyılarımıza pek yakın meskûn olan ve olmayan adalar behemehal ilhak edilecek, başarı elde edilemediği takdirde Ankara’dan sorulacaktır
Batı (Trakya) Sınırı: 1914 sınırının elde edilmesine çalışılacaktır.
Batı Trakya: Misak-ı Milli maddesi uygulanacaktır
Boğazlarda ve Gelibolu yarımadasında yabancı asker kuvvet kabul edilemez. Eğer bu konuda müzakereler tıkanırsa ilişkiler kesilmedenönce Ankara’ya bilgi verilecektir
8.Kapitülasyonlar asla kabul edilemez. Gerekirse Müzakereler kesilir.
Azınlıklar: Esas, mübadeledir. ( Nüfus değişimidir.)
Düyun-u Umumiye: Osmanlı Borçları, Osmanlı’dan ayrılan ülkeler arasında paylaştırılacak. Yunanlılara devri, yani tamirata karşılık tutulması, olmadığı takdirde 20 yıl ertelenmesi gerekir. Düyun-u Umumiye İdaresikalmıyacaktır. Güçlüklerçıktığı takdirde Ankara’ya sorulacaktır
Ordu ve donanmayı sınırlandıran konu olmayacaktır
Yabancı kurumlar:Türk kanunlarına tabi olacaktır
Türkiye’den ayrılan memleketler için Misak- ı Milli’ninözel maddesi yürürlüktedir
Cemaatler ve İslam Vakıflar Hukuku eski antlaşmalaragöresağlanacaktır.
Bu bildiride, özellikle “ Kapitülasyonlar ve Ermeni Yurdu” konusunda kesinlikle taviz verilmeyeceği üzerinde durulmuştur. Heyete, Ankara’ya sormadan bu konularda görüşmeleri hemen sonlandırabilme yetkisi verilmişti.
3) Lozan’da Görüşmelerin Uzun Sürmesinin Nedenleri
Lozan’da TBMM Hükümeti, sadece Anadolu’ya saldıran ve orada yendiği Yunanlarla değil I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ni mağlup eden devletlerle de karşılaşıp hesaplaştı ve artık tarihe karışmış olan bu imparatorluğun tüm tasfiye davaları ile yüzleşmek zorunda kaldı. Konferansta siyasi konular kısmen kolay çözülürken, ekonomik konular çok tartışmalara ve ayrışmalara sebep oldu. Üç başlıkta görüşmelerin uzun sürme nedenleri toparlanabilir.
Türkiye’nin kayıtsız şartsız bağımsızlık istemesine karşılık, özellikle İngiltere ve Fransa’nın yüzyıllardır süren alışkanlıklarından vazgeçememesi,
Türkiye’nin yeni sistemini uluslararası hukuk kurallarına dayandırmak istemesine karşın, Batılı devletlerin Osmanlı Devleti’yle imzaladıkları Sevr Antlaşması’nın bazı hükümlerini uygulamaya çalışmaları
İtilaf Devletleri’nin Türkiye’yi sadece Yunanistan’ı mağlup etmiş gibi göstererek kendilerini I.Dünya Savaşı’nın galibi olarak adlandırmaları. Kendilerine Sevr Barış Antlaşmasını referans almaları. Oysa Osmanlı Hükümeti’nin imzaladığı Sevr, TBMM onayından geçmediği için hukuken geçersiz hükmünde kalmıştır. Zaten Anadolu direnişinden dolayı uygulanamamıştır. Nihayetinde Lozan Barış Antlaşması ile niyetten öteye gidememiş ve tarihten düşmüştür, yaşanmamış olarak yok hükmündedir.
Osmanlı borçları, Türk – Yunan sınırı, boğazlar, Musul, azınlıklar ve kapitülasyonlar üzerinde uzun görüşmeler yapılmıştır. Ancak kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul’un boşaltılması ve Musul konularında anlaşma sağlanamamıştır. Temel konularda tarafların tavize yanaşmaması ve önemli görüş ayrılıkları çıkması üzerine 4 Şubat 1923’te görüşmelerin kesilmesi savaş ihtimalini yeniden gündeme getirmiş ise de taraflardan hiçbirinin yeni bir savaşı göze alacak ne ekonomik ne askeri gücü nede halk desteği kalmamıştı, ikinci görüşmelerde tarafların daha tavizkar tutumuyla hiçbir şekilde anlaşılamayan konular sonraya bırakılarak, nihayet Lozan Barış Antlaşması imzalanmıştır.
$C) LOZAN (LAUSANNE) BARIŞ ANTLAŞMASI (24 Temmuz 1923)$
Lozan Antlaşması tek bir metin olmayıp 143 maddeden oluşturulan esas antlaşma (ana metin) ile ona ekli 17 ayrı protokol (sözleşme) ya da belge birleşiminden oluşmaktadır ve dört bölüm halinde düzenlenmiştir. TBMM Antlaşmayı, 23 Ağustos 1923 tarihinde onaylamıştır. Yunanistan tarafından 25 Ağustos 1923’te, İtalya tarafından 12 Mart 1924’te, Japonya tarafından 15 Mayıs 1924’te imzalanmıştır. 6 Haziran 1924 tarihinde Lozan Antlaşması yeterli onay belgesi sayısına ulaşması ile yürürlüğe girmiş, İngiltere’nin anlaşmayı onaylaması ise gecikmiş 16 Temmuz 1924 tarihinde gerçekleşmiş, böylece tüm tarafların onaylarına dair belgeler resmi olarak Paris’e iletildikten sonra 6 Ağustos 1924 tarihinde Lozan Barış Antlaşması tümüyle yürürlüğe girebilmiştir.
1) Lozan Barış Antlaşması’nın Birinci Kısımı
45 Maddelik birinci kısım; SINIRLAR, VATANDAŞLIK VE AZINLIKLARA ait ” Siyasal İçerikli” hükümleri içine alır.
2) Lozan Barış Antlaşması’nın İkinci Kısımı
18 Maddelik ikinci kısım (45-63) MALİ konulara ilişkin hükümleri içine alır.
3) Lozan Barış Antlaşması’nın Üçüncü Kısımı
36 Maddelik üçüncü kısım (64-100) EKONOMİK hükümleri içine alır.
4) Lozan Barış Antlaşması’nın Dördüncü Kısımı
44 Maddelik dördüncü kısım (101-143) TAŞIT YOLLARI, SAĞLIK İŞLERİ VE DİĞER KONULARI içine alır.
1) Lozan Barış Antlaşması’nın Başlıca Hükümleri Şöyle Özetlenebilir:
a) Sınırlar
Trakya Sınırı; Karaağaç Türkiye’de kalmak üzere Meriç ırmağına göre tesbit edilmişti. Bulgaristan sınırı, Revza Nehri’nin denize döküldüğü yerden; Türkiye, Yunanistan ve Bulgaristan sınırlarının birleştikleri noktaya Meriç’ e kadar uzanıyordu. Yunanistan sınırı da buradan Arda Nehriyle Meriç’in birleştiği yere kadar belirlenmiştir. ( Mudanya Ateşkes Antlaşması’nda belirlenen şekliyle kabul edildi.)
Adalar; Çanakkale Boğazı açıklarındaki İmroz (Gökçeada), Bozcaada ve Tavşan adaları Türkiye’ye bırakılıyordu. Yunan birlikleri işgal ettikleri İmroz ve Bozcaada’dan çekildikten sonra Türkiye buralarda yerli halkın da söz sahibi olacağı bir yönetim uygulayacaktı. Yunanistan’ a bırakılan Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarında ise Yunanistan, hiçbir deniz üssü ve istihkâm kurmayacaktı (md. 13-14, 5 ve 15. ekler). Öte yandan Yunan askeri uçakları Anadolu kıyısında uçamayacak, buna karşılık Türkiye de savaş uçaklarını bu adalar üzerinde uçuramayacaktı. Türkiye, kendisine kalan adalarda Müslüman olmayanların haklarını güvence altına alacaktı.
İtalyanların 1911-1912 Balkan Savaşlarında işgal ettikleri ancak Ouchi (Uşi) Antlaşması ile geri vermeleri gerekirken işgallerini sürdürdükleri Rodos ve Oniki Ada (Stampalia, Rodos, Kalki, Skarpanto, Kazos, Pskopis, Miziros, Kalimnos, Leros, Patmos, Lipsos, Simi ve İstanköy Adaları) kendilerinde kalacaktı. ( Oniki Ada ve Rodos 1945 yılında II. Dünya Savaşı sonrasında Mihver Devletler tarafında yer alan ve mağlup olan İtalya’nın elinden alınıp, Müttefik Devletler tarafında yer alan Yunanistan’ın eline geçti ve Nisan 1947’de resmen Yunanistan’a teslim edildi.)İngilizler’in 1914’te topraklarına kattıklarını ilân ettikleri Kıbrıs da yine onlarda kalacaktı. Ancak Ada Türkler’i iki yıl içinde Türk vatandaşlığını kabul edebileceklerdi (md. 20-21).
Bunun dışında Mısır ve Sudan’ın da İngiliz egemenliğine geçtiği kabul edilmişti (md. 17).
Trablusgarp (Libya) üzerindeki haklardan da vazgeçilmişti (md. 22).
Türkiye-Suriye Sınırı, Fransa ile imzalanmış olan 20 Ekim 1921 Ankara Antlaşması ile belirlenen sınır olarak kabul edilmişti. ( Sevr Antlaşması’na göre bu sınır, Osmaniye, Antep, Urfa ve Mardin Suriye’ye bırakılacak şekilde çizilmişti.) İskenderun ve Antakya’daki Türkler ’in kendi kültürlerini korumaları konusunda söz konusu antlaşmadaki hükümlere uyulacaktı.
Türkiye- Kafkas Sınırı; 16 Mart 1921 Moskova Antlaşması ile düzenlenmiş olduğundan Lozan’da gündeme gelmemiştir.
Türkiye- Irak Sınırı; bu sınır Musul Meselesi üzerine Lozan’da çözülemedi. İngiltere ve Türkiye arasındaki görüşmelere bırakıldı. İki devlet dokuz ay içerisinde anlaşamazsa sorun Milletler Cemiyeti’ne götürülecekti (md.3). ( bu konu Lozan’da çözülemeyen konularda tekrar ele alınacaktır.)
Türkiye-İran Sınırı; Osmanlı İmparatorluğu ile Safevî Devleti arasında 17 Mayıs 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması’na göre belirlenmiştir.
b) Boğazlar Meselesi (Çanakkale ve İstanbul Boğazları)
Boğazlar ’da barış ve savaş dönemlerinde denizden ve havadan serbest geçiş esası kabul edilmişti (md. 23). Bu maddeye ek protokole göre Boğazlardan geçişi kontrol etmek üzere bir Türk üyenin başkanlığında İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Rusya ve Sırbistan temsilcilerinden oluşan bir komisyon kurulacaktı. Amerika Birleşik Devletleri de isterse bu komisyona üye olabilecekti. Çanakkale ve İstanbul boğazlarının her iki yakasında belirli bir bölge silâhtan arındırılacaktı. Türkiye bu bölgede sayısı 12.000’i geçmeyen bir kuvvet bulundurabilecekti. Boğazlar için konulmuş bu hükümler, Türkiye’nin egemenlik haklarını gölgeleyecek nitelikte idi. Lozan’dan sonra Türkiye bu meselenin peşini bırakmamış nihayet 20 Temmuz 1936 tarihinde imzalanan Montreux Sözleşmesi ( Möntro Boğazlar Sözleşmesi ) ile Boğazlardaki komisyon ve kontrol sistemine son verdirmiştir. İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın belirli koşullar içinde uluslararası geçişlere serbest olmakla beraber dilediği şekilde tahkim etmek hakkını kazanmıştır.
c) Kapitülasyonlar
“Antlaşmayı yapan yüksek taraflar, Türkiye’de kapitülasyonların tamamıyla kaldırılmasını her biri kendisiyle ilgili olarak kabul ettiğini açıklarlar” biçimindeki 28. maddenin hükmüyle Türkiye’de kapitülasyonlar tamamen kaldırılmıştır.
d) Yabancı Hukuk Müşavirlerinin Atanması Meselesi ve Laiklik
EvetKapitülasyonlar tamamen kaldırılmıştır, ancak adliyeyi düzenlemek amacıyla birkaç yabancı uzman beş yıl süreyle Türkiye’de görev yapacaktı, fakat Türk hükümeti bu uzmanların önerilerini kabul etmek zorunda olmayacaktı. Uzmanlar birer danışman olarak görev yapacaklardı. Fakat, yabancı hukuk müşavirlerinin 5 yıl süreyle çalıştırılmalarını ön gören ve Lozan Antlaşması’na ekli olarak imzalanan “Adli Yönetime Dair Beyanname” kararından sonra Osmanlı’nın ve TBMM hükümetinin ilk başlarda benimsediği “İslam hukuku ile Batı hukukunun yararlı bir sentezini oluşturma” şeklinde özetlenebilecek politika terk edilerek, Avrupa’dan kanunları olduğu gibi almak, direk ithal etme yoluna girilmiştir. Lozan sürecinde görüşmelerde söz verilen Laikliğe geçişte bu müşavirler ve ithal kanunlarla hayata geçirilecekti. Ki öyle de oldu. Önce Hilafetin başkenti İstanbul’un yerine Ankara 13 Ekim 1923 tarihinde başkent olmuştur, sonra 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilmiştir, sonra 3 Mart 1924’te Hilafet ve bütün dini kurumlar kaldırılmıştır, daha sonra da 10 Nisan 1928 tarihinde “devletin dini İslam’dır” maddesi anayasadan çıkartılarak devlet İslam’dan tamamen soyutlanmıştır ve bütün bunlar bahsi geçen beş yıl içerisinde olmuştur. Bir sonraki anayasa değişikliğinde 5 Şubat 1937 tarihinde de Laiklik İlkesi anayasaya girmiştir. Böylece Lozan’da başlayan süreç resmi olarak tamamlanmıştır. ( Antlaşmanın 42. Maddesi özetle, Türkiye’de kalan gayrimüslim azınlıklara açıkça kendi medeni kanunlarını dinleri ve geleneklerine uygun şekilde yapma ve uygulama hakkı veriyor, Cemiyet-i Akvam tehdidi üzerinden de Türkiye’yi sorumlu tutuyor ve baskı altına alıyor. Türkiye’de hukuktaki ikiliği yaşamamak için onlara Laik bir medeni hukuk vaadederek kendi medeni kanunlarını yapma haklarından vazgeçirerek, yerli bir medeni hukuk yerine İsviçre Medeni Hukukunu, Türk Medeni Hukuku olarak kabul ediyor. Yani gayrimüslimler Türkiyede bizden ayrı kendi hukuklarını kullanmasınlar diye bütün ülke olarak Müslümanlar, gayrimüslümlerin hukukuna tabi oluyoruz.)
e) Azınlıklar
Bu mesele, Lozan’da büyük tartışmalara sebep olmuştu. Özellikle de İngilizler ile ateşli tartışmalar yaşanmıştır. Ermenilere Doğu Anadolu’da toprak verilmesi isteği bunların başında geliyordu. Türkiye azınlıklar konusunun çözümünde Milliyetler Cemiyeti kararı ve antlaşmalarla ortaklaşa kabul edilmiş olan hükümlere göre hareket edilmesini savunuyordu. Türkiye bütün devletlerin kendi ülkelerinde azınlıklara tanıdıkları hakları aynen uygulayacaktı. Ayrıcalıklı bir durum ve geçmişte görülen herhangi bir denetim kabul edilmeyecekti. Antlaşmanın 37-44. maddeleriyle Türkiye’de yaşayan, Müslüman olmayan azınlıklara bazı haklar tanınmıştı. Ancak bu maddelerin hiç birinde, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin azınlık sayılan Rumların temsilcisi ya da koruyucusu olduğuna ilişkin bir hükme ise yer verilmemişti. Türkiye’nin gayri-müslim azınlıklara tanıdığı tüm haklar, Yunanistan tarafından da kendi ülkesinde bulunan Müslüman azınlığa tanınacaktır. Lozan’a göre Türkiye’deki azınlıklar din ayrımı esasına dayandırılmıştır.
f) Patrikhane
Fener Rum Patriği’nin milli mücadele döneminde, Türkler aleyhine çalışılan bütün tertiplerin açık bir merkezi haline gelmiş olmasından dolayı Barış görüşmelerinde Türk tarafı patrikhanenin ülkeden çıkarılması gerektiğini belirtmişti. Fakat sonuçta patrikhanenin “ekümen” (evrensel) olmaktan çıkması ve herhangi bir siyasal görev veya rol üstlenmeden yeni Türkiye’nin dinî kurumları arasında yer alması görüşünde birleşildi. Ancak görüşmelerde belirtilen ve benimsenen bu görüşe, Antlaşma metninde ve eklerinde somut bir madde olarak yer verilmemiştir.
g) Nüfus Mübâdelesi
Türk- Yunan nüfus değişimine ilişkin sözleşmede, Ek 6 numaralı protokole göre Türkiye’de yaşayan Rumlarla Yunanistan’da kalan Türkler’den büyük bir kısmı karşılıklı olarak, 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak zorunlu olarak değiştirilecekti. İmroz, Bozcaada ve İstanbul’da bulunan Rumlarla Batı Trakya’daki (Gümülcine, Selanik) Türkler o dönemde her iki devletin izlediği siyasete uygun olarak mübadele dışı bırakılmıştı (Bu siyaset; Türkiye, Batı Trakya’da çoğunluğu oluşturan Türkler dolayısıyla oraya bir Türk vatanı gözüyle bakıyor, Yunanistan ise İstanbul’da Rumca konuşan bir kısım halk bulunduğunu öne sürerek İstanbul’un bir Rum kenti, eski Bizans’ın başkenti olduğunu ileri sürüyordu). Değişimin sağlıklı yapılabilmesi için Milletler Cemiyeti’nce seçilecek üç üyeden oluşan bir Karma Komisyon kurulacaktır. Bu komisyonun harcamaları Türk-Yunan hükümetlerince karşılanacaktı. Bu sözleşme 30 Ocak 1923 tarihinde konferansın ilk bölümünde imzalandı. Ancak bu sözleşme, Ekim 1923’ten itibaren çalışmaya başlayan Karma Komisyon ile uygulanmaya başlarken “etabli (yerleşmiş)” ifadesinin farklı yorumlanmasından kaynaklı “etabli sorunu ” meydana çıkmıştır. Bu sorun Türk-Yunan Etabli Anlaşmazlığı olarak tarihe geçmiştir. Anlaşmaya göre, değişim 30 Ekim 1918 Mondros’tan önce, olduğu yerde etabli ( yerleşmiş) bulunanlar değişimin dışında tutulacaktır. Türkiye’nin etabliden kastı yani ne anlama geldiği Yunanlılar tarafından kabul edilmemiş, Yunanistan her ne surette olursa olsun 30 Ekim 1918’den önce İstanbul’da bulunan her Rum’un yerleşmiş (etabli) sayılması gerektiğini ileri sürmüştür. Milletler Cemiyeti’nde de çözülemeyen bu sorun 10 Haziran 1930 tarihinde her iki ülkenin yumuşamasıyla (Özellikle de Yunanistan’ın Başkanı Elefterios Venizelos’un çabalarıyla) yeni bir antlaşmanın imzalanmasıyla tatlıya bağlanmıştır. Bu Antlaşma ile yerleşme tarihleri ve doğum yerleri ne olursa olsun, İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türklerinin hepsi ” etabli” deyiminin kapsamı içine alındı. Bu şekilde yaklaşık yedi yıldır devam eden sorun barışçıl bir yol ile çözüldü.
h) Osmanlı Borçları
Abdülmecid döneminde 1854 yılında Kırım Savaşı’nın ikinci yılında ilk kez bir yabancı devletten ( Fransa ) borç alınmıştır. Ekonominin sürekli kötüye gitmesiyle dış borç alımı adeta devletin bir mali politikası haline gelmiştir. Her yeni dış borçlanmaya bir gelir kaynağı karşılık gösterildiğinden, ülke içi gelir kaynakları üzerinde yabancı etkisi artmıştır. Bunun sonucu yabancı kökenli kuruluşlar meydana getirilerek ( Duyun-ı Umumiye ve Tütün Rejisi İdaresi ) devlet gelirlerinin yönetimi yabancılara terk edilmişti. 1919 yılı itibariyle I. Dünya Savaşı boyunca yapılan borçlanmalarla birlikte mevcut dış borç tutarı 303.7 Milyon Liraya ulaşmıştı. Bu borçlar, Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya’dan alınmıştır. Osmanlı Devleti en çok Almanya’ ya borçluydu. 170 Milyon Sterlin civarında olan bu borç savaştan kendisi gibi yenik çıkan ve müttefiki olan Almanya’ya ödenmemiş, iptal edilmiştir. Geri kalan vadesi dolmuş borçlar ise Lozan Konferansında alınan kararlar doğrultusunda dağılan İmparatorluk topraklarında yer alan; Türkiye, İtalya, Arnavutluk, Yugoslavya, Bulgaristan, Yunanistan, Suriye, Irak, Mısır ve Yemen gibi devletler arasında gelirleri oranında paylaştırılmıştır. Konferansta ödeme koşullarının belirlenmesi ve ödemelerin kontrol edilmesi için bir komisyon oluşturulmasına karar verildi. Bu doğrultuda 1928 ve 1933 yıllarında bu komisyonla görüşmeler yapıldı ve ödeme planları netlik kazandı. Bu borçların %65’i Türkiye’nin payına düşüyordu. Türkiye’ye kalan kısmın ödenmesi düzenli taksitlere bağlanmıştır. Borç taksitlerinin altın veya Sterlin olarak ödenmesini isteyen Batılı devletlerinin önerisi kabul edilmemiş, Türk Parası ya da Fransız Frankı olarak verilmesi kararlaştırılmıştır. Böylece borç toplamı bir hayli azalmış oluyordu. Borçların ödenmesi üzerinde hertürlü yabancı denetim ve gözetim durumuna son verilmişti. Borçlar meselesinin ilk çözümünü teşkil eden 1928 anlaşmalarının hemen ardından Fransa ile Adana-Mersin demiryolunun millileştirilmesi yani satın alınmasında yine anlaşmazlıklar yaşandıysa da Türkiye’nin lehine çözülmüştür. 1929 Dünya Ekonomik Buhranı tabiatıyla Türkiye’yi de etkiledi ve borçları ödemesinde sıkıntılar yaşandı. Düşünün 1931 yılında Amerika Başkanı Hoover moratoryum ( borç erteleme ) ilan etmiştir. Böyle bir ahvalde; borçlar meselesinin ikinci çözümünü teşkil eden, 22 Nisan 1933 tarihinde Paris’te Türkiye’nin lehine yeni bir borç sözleşmesi imzalandı. II. Dünya Savaşı ve sonrasının büyük ekonomik sıkıntılarına rağmen Türkiye bazı peşin ödeme avantajlarından da yararlanarak son taksitini 1954 yılında ödeyerek bu sıkıntıdan kurtulmuştur.
I) Savaş Tazminatı
Yunanistan Anadolu’da savaş yasalarına aykırı olarak meydana getirdiği zararları karşılamayı kabul etti ve savaş tazminatı olarak Karaağaç’ı Türkiye’ye bıraktı. I. Dünya Savaşı’na Osmanlı’nın başladığı tarihten ( 2 Ağustos 1914 ) Lozan Antlaşması’nın yürürlüğe girdiği tarih arasındaki dönemde gerek Türkiye gerek İtilaf Devletleri uğramış oldukları zararlardan dolayı her türlü parasal istemde bulunma hakkından vazgeçtiler.
i) Vatandaşlık Sorunu
Lozan Antlaşması’na göre, Osmanlı’dan ayrılmış ülkelerde yaşayan Türk uyrukları hukuksal açıdan, bu ülke hangi devlete bırakılmışsa o devletin vatandaşı olacaklardı. Bu maddede belirtilen durumda olanlar iki yıl içinde Türk vatandaşlığını seçebileceklerdi. Bu hakkı seçen kişiler bir yıl içinde Türkiye’ye yerleşmek durumundaydı. ( Sevr Antlaşması’nda da bu durum aynı şekilde kabul edilmişti.)
j) Silahlı Kuvvetler
Lozan’da silahlı kuvvetlerle ilgili genel bir kısıtlama getirilmemiştir. Ancak bazı bölgelerin silahsızlandırılmasına karar verilmiştir. Çanakkale Boğazı’nın iki yakası, İstanbul Boğazı’nda her iki kıyıdan 15 km uzaklıktaki çizgiye kadar uzanan bölge silahsız olacaktı. Ve Emir Ali Adası dışındaki Marmara Denizi Adaları ile İmroz, Bozcaada ve Tavşan Adaları silahsızlandırılacaktı. Bu maddede İstanbul için ayrıca bir kısıtlama mevcut; Beyoğlu, Galata, Adalar, İstanbul ve çevresinde başkentin ihtiyacını karşılamak için en çok 12.000 kişilik bir garnizon bulundurulabilecekti. Ayrıca, İstanbul’da bir tersane ile bir deniz üssü kurulabilecekti.
k) Ana Dil Konusu
Lozan’da dil kullanımıyla ilgili madde şöyledir: Her hangi bir Türk vatandaşının gerek özel gerek ticari hayatında, basın ve yayın konularında ve toplantılarda dilediği dili konuşmasında kısıtlama getirilemeyecektir. Devletin resmi dili bulunmasına rağmen, Türkçe ‘den başka dil konuşan Türk vatandaşlarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için gereken kolaylıklar sağlanacaktır. Genel eğitim konusunda Türk Hükümeti, Müslüman olmayan vatandaşların yoğun bulunduğu yerlerde, bu vatandaşlarının çocuklarının ilkokullarda ana dilleriyle öğretimde bulunmasını sağlamak için gereken kolaylığı sağlayacaktır. Türk Hükümeti bu okullarda Türkçeyi zorunlu ders olarak okutabilecektir.
l) Ticaret Sözleşmesi
4 Temmuz 1923 tarihli bu sözleşme; İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devletleri ve Türkiye arasında imzalanmıştır. Lozan Antlaşması’na bağlı bu “Ticaret Sözleşmesi’nin 18. maddesi, beş yıllık süre için Türkiye dış ticarette bu ülkelerin ticaret mallarına uygulayacağı vergiler, 1 Eylül 1916 tarihli Osmanlı gümrük tarifelerini uygulamayı taahhüt ettiği şekilde olacaktır. Bu hakla İthalatçı her türlü malı kolayca ithal edip iç piyasaya sürebiliyordu. Ayrıca taraflar arasında ekonomik ilişkiler devletler hukuku temeline dayandırılacak ve karşılıklı eşitlik ilkesine göre yürütülecekti.
m) Ticaret Konusundaki Bildiri
Türkiye heyeti, Lozan Barış Antlaşması’nın yürlüğe giriş tarihinden başlayarak, kabotaj ve liman hizmetlerinin Türk ulusal bayrağının tekelinde olacağını anımsatmıştır. Bununla birlikte Türkiye’de 1 Ocak 1923’te kabotaj yapmakta olan ya da liman hizmetleriyle uğraşan işletmelerin 31 Aralık 1923’e kadar işlerini sürdürmekte serbest bırakılacaklarını bildirdi.
n) Sivil Rehine ve Savaş Esirlerine İlişkin Türk-Yunan Antlaşması
Her iki tarafın sivil rehine ve tutsaklar karşılıklı olarak iade edilecek, Yunan Hükümeti salıverir vermez Türklerde salıverecektir. Savaş esirleri ise sivil rehinelerin iadesinden hemen sonra Yunan Hükümeti’nin elindeki bütün savaş esirleri bir defada İzmir’e gönderilecek, gelen gemiyle de subaya karşı subay, ere karşı er olmak üzere eşit sayıda savaş esiri Yunanistan’a teslim edilecektir. Kalanlar barış antlaşmasının imzalanmasından sonra gönderilecektir. ( Bu anlaşma ilk görüşmelerde 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanmıştır.) Ayrıca bu esirlerin işlemiş oldukları bütün suçlar iki devlet tarafından affedilecektir.
o) Sağlık Sorunlarına İlişkin Türkiye Bildirisi
Türk Hükümeti, beş yıl süreyle sınırlarının Sağlık yönetiminin danışmanı olarak, Avrupalı uzman üç doktor atayacağını bildirdi. Bu doktorlar Türk memuru niteliğinde ve Sağlık Bakanlığı’na bağlı olacaklardı. Türkiye Sağlık Bakanlığı bu doktorlar yardımıyla, Türk kıyı ve sınırlarının sağlık yönetiminin örgütlenmesini saptayan bir yönetmelik düzenleyecekti.
$D) LOZAN KONFERANSI’NDA ÇÖZÜLEMEYEN KONULAR$
İngiltere ile Musul Anlaşmazlığı, Fransa ile Osmanlı Borçları meselesi ve diğer meseleler, Yunanistan ile de ahali değişimi meselesi Konferansta çözüme kavuşmamış, daha sonraya bırakılmıştır.
=KTML_Red=1) Musul Meselesi=KTML_End=
Musul bölgesi zengin petrol yatakları sebebiyle I. Dünya Savaşı öncesinde İngiltere, Fransa, Almanya hatta ABD arasında elde edilmek istenen bir rekabet alanı haline gelmiştir. Ancak, 1916 Sykes-Picot gizli antlaşması ile Fransa’ya bırakılmıştı. 1920 Nisanında San Remo Konferansı’nda Fransa, kendisini Orta Doğu’da desteklemesine karşılık burayı İngiltere’ye bırakmıştı. Lozan Konferansı’nda Türkiye-Irak sınırının çizilmesi meselesi görüşme konusu olduğu zaman; Türkiye, Musul ve Süleymaniye bölge halkının çoğunluğunun Türk olması hasebiyle buraların Türkiye sınırları içinde kalması gerektiğini ileri sürmüştür. İngiltere ise bu talebe Irak adına mandater devlet olarak itiraz etmiştir. Bunun üzerine Lozan Antlaşması’nın 3. maddesiyle bu meselenin çözümü, 9 ay içinde bir sonuca ulaştırılmak üzere, Türk- İngiliz ikili görüşmelerine bırakılmıştır. Bu görüşmeler, 19 Mayıs-5 Haziran 1924 tarihleri arasındaki İstanbul Konferansı’nda tartışıldıysa da tarafların tutumları değişmediği için bir sonuç elde edilemedi. Yine Lozan Antlaşması’na göre ikili görüşmeler başarılı sonuç vermezse mesele Milletler Cemiyeti’ne havale edilecekti. Öyle de oldu. Milletler Cemiyeti 1924 Eylülünde meseleyi ele aldı. Türkiye Musul ve Süleymaniye bölgelerinde plebisit yapılmasını (referandum) teklif ettiyse de İngiltere buna yanaşmadı. Öte yandan Milletler Cemiyeti, Musul Meselesi hakkında inceleme yapıp, rapor vermek üzere bir komisyon teşkil etti. Bu komisyon raporunu 1925 Eylülünde Milletler Cemiyeti’ne sundu.
Rapor; Musul’un Irak’a katılması gerektiğini ve ayrıca Kürtler ‘in haklarının da garanti altına alınmasını tavsiye ediyordu. Bu dönemde İngiltere Milletler Cemiyeti’nde hakim durumda olduğu için Milletler Cemiyeti Konseyi de bu tavsiyeyi aynen kabul etti. Komisyon raporu Hakkari’yi Türkiye’ye bırakmıştı. ( İngiltere, Musul konusunda Türkiye’yi sıkıştırmak için görüşme sürecinde; Hakkari’de dinsel çoğunluğun Süryani olduğunu ve onların Irak’a göç etmelerinden dolayı Hakkari’nin de Irak’a katılması gerektiğini ileri sürmüşlerdi.) Türkiye sonuçtan memnun kalmasa da halk nezdinde de tepkilere neden olsada yeni kurulan ülkenin sınırsız sorunları olduğu halde bu meseleyi daha fazla uzatamadı ve 5 Haziran 1926 tarihinde İngiltere ile Ankara Antlaşması’nı imzalayarak Milletler Cemiyeti kararını kabul etti. Bu antlaşma bugünkü Türkiye-Irak sınırını çizmiş ve Musul Meselesini ve buhranını sona erdirmiştir.
Musul Meselesinde ezber bozan farklı bir bakış açısı da bulunmaktadır. Söylem net olarak şudur. Aslında Musul Türkiye’nin olmazsa olmaz bir meselesi değildi, kırmızı çizgisi de değildi yani; kapitülasyonlar, Doğuda Ermeni yurdunun kurulması, Boğazlar bölgesinde yabancı asker bulundurulması, ordu ve donanmanın sınırlandırılması, yabancı kurumların Türk yasalarından muaf tutulması gibi hususlarda ısrarcı olunması, pazarlık yapılmaması durumu, Musul Meselesinde yoktur. Pazarlığa açık tartışılabilir, hatta gerektiğinde gözden çıkartılması daha müspet bir durum sağlayabilirdi. Çünkü, Anadolu’da yaşayan Kürtlerin büyük çoğunluğu, İslam birliği ve Ermeni tehlikesi gibi özel olarak seçilmiş etkili sloganlar sayesinde Kurtuluş Savaşı boyunca ulusal hareketi desteklemişlerdi. Kurtuluş savaşı boyunca Kürtlerin özerklik istek ve beklentileri ise başta Atatürk ve kurmayları olmak üzere her kesim tarafından bilinen ve desteklenen bir gerçekti. Kürtler bu isteğinde karşılığı, bedeli olarak düşmana karşı yapılan milli mücadele savaşını yürütmüşlerdir. Bundan sebeptirki 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, Kürtlerin özerklik beklentilerine yanıt verecek bir üslupla kaleme alınmıştı.
Ancak bir gerçek daha vardı, Atatürk ve kurmaylarının anlayışı değişmişti, kendilerinde, dün dünde kalmıştır siyaseti hakimdi ve Kürtlerin bu beklentilerini karşılamayı çok düşünmüyorlardı. Çünkü hedef din ayidedliğinden ziyade, Türk milliyetçiliğine dayalı bir ulus devlet kurmaktı. Bu düşünce hayata geçirilirken, Kürtlerin bundan rahatsız olacağı ve sorun çıkaracakları kesindi. Böyle bir tehlikeyle karşı karşıyayken yarım milyonluk bir Kürt kitlesini yeni kurulan ülke sınırları içerisine dahil etmek doğru olur muydu? Kaldı ki söz konusu yarım milyon Kürt, İngilizlerin 1918 yılından beri ulusal kimlik duygusu aşılamaya çalıştıkları bir kitleydi. Yani neredeyse Kürtlük bilinci açısından, Türkiye’deki bütün Kürtlerden daha etkili ve güçlü bir kesimdi. Şimdi bu durumdaki Musul vilayetini almak; Türkiye’yi Kürt nüfusunun yaşadığı tüm topraklara özerklik tanımak zorunluluğuyla karşı karşıya bırakmaz mıydı? Tabi şunu da eklemek lazım, ulus devlet inşası, bir Kürt asimilasyonunu da beraberinde getirecekti, bu anlamda da Musul ekstra bir yük oluşturabilirdi. Halbuki bu asimilasyon yükü Araplarla paylaşıldığında hem daha etkili olunacak hem de kendisine farklı bir devlet iş ortaklığıyla, yaptığı işin rahatsızlığı meşrulaştırılacaktı ve dışarıdan gelecek insanhakları üzerine tepkiler azaltılacaktı. Ancak, nüfusun çoğunluğunu Sünni Kürtlerin oluşturduğu Musul vilayetinin üçüncü bir gücün, hele bölge dışı bir emperyalist gücün, denetimine terk edilmesi, Türkiye açısından ciddi sonuçlar doğurabilirdi. Musul’u denetleyecek emperyalist güç, Kürtlerin zaman içerisinde kendi ulusal kimliklerini kazanmalarını sağlayarak Kürt irredantizmini (İRREDANTİZM: Kültür değerleri bakımından aynı olan fakat anavatan dışında kalmış toprakları katma düşüncesi.) Türkiye’ye karşı bir silah olarak kullanabilirdi. Bu ise Türkiye’nin iç istikrarını boza bilir, hatta toprak bütünlüğünü tehlikeye sokabilirdi. Kürt Meselesi bağlamında bakıldığında o zamanki anlayışın fazlaca pragmatik yaklaştığı konular; ileriye dönük hesap edilemeyen siyaset, zamanla peyda olacak ve yeni kurulan devleti mütemadiyen uğraştıracak ve zayıflatacak sonuçları doğurmuştur. Bu günlerde de aynı sorunlar güncelliğini korumaya devam etmektedir.
2) Fransa ile Borçlar Meselesi ve Diğer Meseleler
a) 1. Mesele Türkiye-Suriye Sınırının Tespiti
20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara İtilafnamesi’ne (8. madde) göre bu itilafnamenin imzalanmasından bir ay sonra, Türkiye-Suriye sınırını kesin olarak çizmek üzere karma bir komisyon kurulacaktı. Bu komisyon Lozan’dan da sonra ancak 1925 Eylülünde kurulabildi ise de anlaşmazlıkları çözemedi ve sorunu iki ülkenin hükümetleri diplomatik müzakerelere girerek 18 Şubat 1926 tarihinde Dostluk ve İyi Komşuluk Sözleşmesi ile sona erdirdiler. Bu anlaşma sadece Türkiye-Suriye sınırını çizmekle kalmamış Türk-Fransız münasebetlerini de düzenlemekteydi. Buna göre taraflar, aralarındaki anlaşmazlıkları barışçı yollarla çözecekler ve taraflardan birine yöneltilen silahlı bir saldırı halinde diğeri tarafsız kalacaktı. Lakin bu anlaşma, Türkiye ile İngiltere arasındaki Musul anlaşmazlığı sebebiyle, İngiltere ile işbirliği halinde olan Fransa tarafından paraf edilmesine rağmen hemen imzalanmamıştır. Musul sorununun halline altı gün kala, durum netleşince 30 Mayıs 1926’da Fransa daha önceki parafı imzaya çevirmiştir, sözleşmeyi imzalamıştır.
b) 2. Mesele Fransız Misyoner Okulları
Türkiye bir yönetmelik hazırlayarak; Fransız misyoner okullarında ve genel olarak yabancı okullarda, Tarih ve Coğrafya gibi derslerin Türkçe olarak ve Türk öğretmenler tarafından okutulması prensibini kabul etti. Ancak Fransız okulları buna yanaşmak istemediler. Bunun üzerine Fransa ve Papalık işe müdahale etmek istediler. Türkiye ise sadece bu okulları kendisine muhatap tutarak, Fransa ve Papalığı işe karıştırmadı. Fransa da daha ileri gidemedi, lakin iki ülke ilişkilerinin zayıflamasına sebep oldu.
c) 3. Fransa’ya Olan Borçlar Meselesi
Bilindiği gibi, Osmanlı Devleti tahvil çıkartmak suretiyle İtilaf Devletleri içerisinde en fazla Fransa’dan borç almıştı. Lozan Konferansı’nda Osmanlı’dan kalan borçların Türkiye tarafından ödenmesi şeklinin ( 46. maddeye göre ) borç tahvilleri sahipleri ile Türkiye arasında yapılacak görüşmelerde tespit edilmesine karar verilmişti. Çoğunluğunu Fransızların teşkil ettiği bu alacaklılarla Türkiye arasındaki müzakereler bir hayli uzadı ve zaman zaman gerginlikler doğurdu. Nihayet 13 Haziran 1928’de imzalanan anlaşmalarla ödenecek borcun miktarı ve ödeme şekli bir formüle bağlandı. Bu anlaşmalarla Osmanlı Duyun-ı Umumiyesi de tarihe karışmış oluyordu. 1929 Dünya Ekonomik Buhranı tabiatıyla Türkiye’yi de etkiledi ve borçları ödemesinde sıkıntılar yaşandı. Borçlar meselesinin ikinci çözümünü teşkil eden, 22 Nisan 1933 tarihinde Paris’te Türkiye’nin lehine yeni bir borç sözleşmesi imzalandı. II. Dünya Savaşı ve sonrasının büyük ekonomik sıkıntılarına rağmen Türkiye bazı peşin ödeme avantajlarından da yararlanarak son taksitini 1954 yılında ödeyerek bu sıkıntıdan kurtulmuştur.
d) 4. Adana-Mersin Demiryolu Meselesi
Türkiye 1929’da çıkardığı bir kanunla bir Fransız şirketi tarafından işletilen Adana-Mersin demiryolunu da satın almak isteyince, Fransa yine ortaya çıktı. Misak-ı Milliyi ilk tanıyan ülke olan Fransa, böylece kapitülasyonların kaldırılmasını da onaylamış oluyordu ve çerçeveden hareketle işi daha da uzatmayıp 1929 Haziranında yapılan bir antlaşmayla demiryolunu Türkiye’ye teslim etti. (1936 yılına kadar sürecek olan iyi ilişkiler, 1936 yılında Sancak (Hatay) Meselesi ile tekrar gerilecek, bu gerginlikte 1939 yılında son bulacaktır.)
3) Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi Meselesi
Lozan Konferansı’nda, Türkiye’de kalan Rumlarla Yunanistan’da kalan Müslümanların değişimi meselesi de ele alınmış ve bu konuda 30 Ocak 1923 tarihinde sözleşme imzalanmıştır. Ancak bu sözleşme, Ekim 1923’ten itibaren çalışmaya başlayan Karma Komisyon ile uygulanmaya başlarken “etabli ( yerleşmiş )” ifadesinin farklı yorumlanmasından kaynaklı “etabli sorunu ” meydana çıkmıştır. Bu sorun Türk-Yunan Etabli Anlaşmazlığı olarak tarihe geçmiştir. Anlaşmaya göre, değişim 30 Ekim 1918 Mondros’tan önce, olduğu yerde etabli (yerleşmiş) bulunanlar değişimin dışında tutulacaktır. Türkiye’nin etabliden kastı yani ne anlama geldiği Yunanlılar tarafından kabul edilmemiş, Yunanistan her ne surette olursa olsun 30 Ekim 1918’den önce İstanbul’da bulunan her Rum’un yerleşmiş (etabli) sayılması gerektiğini ileri sürmüştür. Milletler Cemiyeti’nde de çözülemeyen bu sorun 10 Haziran 1930 tarihinde her iki ülkenin yumuşamasıyla (Özellikle de Yunanistan’ın Başkanı Elefterios Venizelos’un çabalarıyla) yeni bir antlaşmanın imzalanmasıyla tatlıya bağlanmıştır. Bu Antlaşma ile yerleşme tarihleri ve doğum yerleri ne olursa olsun, İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türklerinin hepsi ” etabli” deyiminin kapsamı içine alındı. Bu sonuçla yaklaşık yedi yıldır devam eden etablisorunu barışçıl bir yol ile çözüme kavuşmuştur.
$E) LOZAN KONFERANSI’NDA GÖRÜŞÜLMEYEN KONULAR$
=KTML_Red=1) Kürdistan Konusu=KTML_End=
Sevr Antlaşmasına göre, Türkiye, Irak ve Suriye sınırında Kürtlerin sayıca üstün oldukları bölgenin yerel özerkliği hazırlanacaktı. ( Bunu İstanbul’da toplanan İngiliz, Fransız ve İtalyan hükümetlerinin temsilcilerinden oluşan bir komisyon hazırlayacaktı.) Ayrıca, Kürtlerin sayıca üstün oldukları bu bölgedeki Kürtler, Türkiye’den bağımsız olmak istediklerini kanıtlayarak Milletler Cemiyeti’ne başvururlarsa ve Cemiyet onlara bağımsızlık tanımayı Türkiye’ye önerirse Türkiye buna uyacaktı. Bu durum gerçekleşirse, Musul vilayetinde bulunan Kürtler’in, bu bağımsız devlete katılmalarına İtilaf Devletleri de karşı çıkmayacaktı. Nihayetinde Lozan’da bu bahsi geçen ifadelerin hiç birisi dillendirilmedi, üniter bir yapı kabul edildi. Sevr ile Lozan arasındaki süreçte İngilizler, her zaman bağımsız bir Kürdistan’ ı desteklemelerine rağmen, Lozan’da kendi İngiliz Ulusal menfaatleri gözönüne alarak çark edip iki millet tek devlet siyasetini desteklemişlerdir. Prof.Norman Stone, durumu şu sözleriyle özetler: ” Teoride 1920 yılında Sevr Antlaşması imzalandığında Kürdistan’ın kurulması gerekiyordu. Fakat bu İrlandalıların da dediği gibi “çok teorik bir teoriydi”.
2) Ermenistan Konusu
Sevr’de Türkiye tarafından da bağımsız bir devlet olarak tanınmıştı. Türkiye ve Ermenistan; Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis vilayetlerinde Türk-Ermeni sınırının ABD başkanı tarafından belirlenmesini kabul edeceklerdi. Yukarıda sözü edilen vilayetlerin bir kısmı veya tamamı Ermenistan’a aktarılırsa Türkiye buradaki haklarından tamamen vazgeçecekti. Ancak bu konu Lozan’da hiç ele alınmamış, gündeme dahi gelmemiştir, antlaşma metininde de geçmemektedir.
3) İzmir Konusu
Sevr’de İzmir ve civarı Osmanlı egemenliğine bırakılmıştı, ancak burası Yunan Hükümeti’nin sorumluluğunda olacaktı. Beş yıl sonra istediği takdirde halkoylamasıyla veya Milletler Cemiyeti aracılığıyla Yunanistan İzmir’i alabilecekti. Ancak Lozan’da İzmir, tartışma konusu dahi edilmeden tamamen Türkiye’nin egemenliğine bırakılmıştı.
$F) LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI’NIN ÖNEMİ$
* En önemli özelliği yeni kurulan Türkiye Devleti’ nin bağımsızlığının bütün dünyanın kabul etmiş olmasıdır.
* I. Dünya Savaşı’nı resmen bitirmiş ve hâlâ yürürlükte olan tek antlaşmadır.
* Misak-ı Milli büyük oranda gerçekleşmiştir. (Sevr’e göre ciddi bir başarıdır.) Ancak tam olarak gerçekleşmemiştir. Çünkü, Batı Trakya, İskenderun Sancağı, Musul Vilayeti ve Batum konuları ile ilgili Lozan hükümleri aynı zamanda büyük birer tavizdir. (Bu yönüyle bakıldığında başarısızdır.)
* Lozan Antlaşması I. Dünya Savaşı’ndan sonra yenik düşmüş devletlerden birinin galip devletlere kendi koşullarını kabul ettirerek imzalattığı tek antlaşmadır.
* Özellikle Rumlar ile mübadele yapılması, Türkiye sınırlarının içinde kalan bütün her kesin Türk sayılması, Türkiye’yi üniter bir ulus devleti yapmıştır. Oysa öncülü Osmanlı Devleti çok uluslu bir federal devlet idi.
* Türkiye’de azınlık sorunu sona erdi ve Avrupa’da bunu kabul etmiş oldu.
* Boğazlar Meselesi, Fransa’yla Hatay Meselesive borçların ödenmesi, İngiltere ile Musul Meselesi, Yunanistan ile Nüfus Mübadelesi Meselesi, Adalar Meselesi, Türkiye’yi daha sonra uğraştıracak sorunlardır.
* Savaşı sona erdiren diğer antlaşmaların başlangıç kısmında, müttefiklerin kurguladıkları “savaş sonu düzenini” yansıtan Milletler Cemiyeti Sözleşmesi yer almaktadır. Lozan Antlaşması bunlardan farklı olarak, bir görüşme süreci sonrasında hazırlandığı için bu sözleşmede yer almamıştır.
$G) LOZAN BARIŞ KONFERANSI’NIN VE SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ$
* İngiltere Milli Mücadele yıllarında desteklediği bir takım Kürtleri ve onlara vadettiği Kürdistan’ı kendi milli çıkarları doğrultusunda revize etmiş, bu düşüncesinden vazgeçmiş, tam tersi bir tutumla Türkiye Devleti’nin üniter bir yapıda olmasını desteklemiştir. Lozan’da adeta Kürtler yok sayılmış, yeni kurulan ülkenin kurmayları da bu tarihten sonra Kürtleri yok saymış, Milli Mücadele yıllarında verdikleri sözlerin tamamını unutup, bir Türk ulus devleti inşasına başlamışlardır. İlk zamanlarda milliyetçi bir dünya konjonktüründe, hâlâ Hilafetin varlığının yarattığı bir din kardeşliği duygusunun da etkisiyle çok ciddi problemler göstermeyen bu tutum, Hilafetin kaldırılmasıyla patlak vermeye başlamıştır. Aslında günümüze kadar sürecek olan bir ” Kürt Sorunu’nun” temelini Lozan’da aramamız hiçte yanlış olmayacaktır.
* Lozan Barış Konferansı toplanırken Saltanatın kaldırılmasına, yürürlüğe girerken de Hilafetin kaldırılmasına (3 Mart 1924) sebep olarak, Osmanlı Devleti’ni bütün yönleriyle yıkan yada yıkılışını meşrulaştıran bir antlaşma süreci olarak da değerlendirilebilir. (Halifeliğin kaldırılmasından sonra Lozan’ı imzalaması (16 Temmuz 1924) İngiltere’nin Halifeliğin kaldırılmasında (3 Mart Devrimlerinde) etkili olduğu iddialarını, her zaman gündemde tutmuştur. Ayrıca İsmet İnönü, vefat ettiği 1973 yılında TRT’de Cumhuriyetin 50. Yıldönümü münasebetiyle yaptığı bir konuşmada ” Sulh (Lozan) esasında İngilizlerin gayreti ile olmuştur ” itirafıyla, o zamanlarda Lozan’ın İngilizlerle mücadele ederek kazandığımız bir sonuç gibi gösterilmesinin, sanıldığı gibi olmadığını bize anlatmaktadır. Zaten, İnönü’nün Konferans ile ilgili gazetecilerin son durumu sorması üzerine söylediği şu sözler de durumu özetlemektedir: ” Bütün fedakârlıkları yaptım, her şeyi kabul ettim, fakat memleketin iktisadi esaretini reddettim.” )
* I. Dünya Savaşı’nın yenik devletleri ekonomik ve ticari konularda sınırlayıcı hükümleri kabullenmek zorunda kalmışlardı. Lozan Antlaşması’nda ise benzeri maddeler yoktu. Lakin, gel görelim bu devletler üstelik bir de II. Dünya Savaşı’nda Mihver Devletler safında yerle bir olmalarına rağmen, şimdilerin süper gücü, gelişmiş ekonomileri, medeni ülkeleri, sosyal hukuk devletleri olmayı başarmalarına rağmen, aynı şeylerin hatta daha iyilerinin Türkiye için de söylenmesi gerekirkenmaalesefavantaj gözüken bu durumu çok da değerlendirdiği söylenemez.
* ABD Senatosu Lozan Antlaşması’nı reddetti. Senato, kapitülasyonları kaldıran, Hristiyanlara istedikleri ayrıcalıkları vermeyen ve bağımsız bir Ermenistan yaratılmasına engel olan Türkiye ile barış yapılmasına razı oldu. Bu noktadan bakıldığında Lozan’ın başarı yönü vurgulanabilir.
* 1912 Balkan Harbinden bu yana kesintisiz savaş halinde olan Türkiye bu Antlaşmayla savaş dönemini günümüze kadar tamamen kapatmış oldu. ” Büyük Ermenistan”, ” Megali İde ve Enosis”, Pontus Rum”, ” Rusların Sıcak denizlere inme emeli” gibi bir çok tarihi tehdit ve idealide geride bırakmış oldu.
* Lozan’da İngiltere’nin Ermenileri, Kürtleri, Rumları, İtalyanları ve Fransızları satıp Atatürk ve ekibi ile anlaşmaya varmalarında; başta petrol olmak üzere, Hint deniz yolu, Süveyş Kanalı hakimiyeti, Sovyetler Birliğini çevreleme stratejisi gibi Bölge açısından hayati önemde olan konular bulunmaktaydı. Lozan Barış Konferansı’nı 1916′ da İngiltere ile Fransa’nın Osmanlı Asya’sını kendi aralarında paylaştıkları, SykesPicot gizli antlaşmasıyla temellerini attıkları, Osmanlı’dan boşalan alana kurulacak olan ” yeni bir dünya düzeninin ” inşası olan bir mukavele süreci olarak değerlendirmek çok da yersiz olmayacaktır.
* Lozan’da görüşülmeyen en önemeli konu belki de ” Kürtler ” dir. Lozan’ a kadar İngilizlerin Kürt politikasının ” böl-etkisizleştir-kullan ” siyaseti dahilinde bağımsız bir Kürdistan kurulması isteği olduğu malumdur, bütün tarihçiler de bu konuda hem fikirdir. Özellikle Musul meselesinde; Türk tarafı taleplerini ırk temelinde savunurken, Musul’un demografik olarak büyük oranda Kürt ve Türk halkından olduğunu, bu iki halkın da birbirinden ayrılmaz ölçüde akraba olduğunu, Türkiye’de de benzer bir demografik yapı olduğunu, bundan sebep Musul’un Türkiye ait olması gerektiği tezine karşı İngilizler’ i temsilen Dışişleri Bakanı Lord Curzon şöyle itiraz etmiştir: Musul’un çoğunluğunu Kürtler oluşturmaktadır. Kürtler, ırki olarak Hint-Avrupa kökenlidir, Türkler ise Ural-Altay milletindendir ve bu iki halk birbirinden farklıdır. İngilizler savunmalarını önceden belirledikleri siyasetin devamı gibi sürdürselerdi zaten Lozan’da en büyük gündem maddelerinden birisi Kürtler olurdu. Ancak Musul’daki bu tutumları genel bir Kürt bağımsızlığı anlayışına dönüşmemiş, siyaseten çark etmişlerdir. Anlaşıldığı üzere Kürtlerin kaderi İngilizlerin milli çıkarları doğrultusunda masada dahi yer bulamamış, Lozan’da Kürtler ‘in statüsü, İngilizlerin çıkarlarına heba edilmiş, Kürtler parçalar halinde dört farklı ülkede dengeli bir şekilde taksim edilmiş, yeni kurulan Ulus devletlerin kaderine terkedilmiştir. ( İngiltere’nin Musul konusundaki tek kaygısı petrollerden elde edeceği gelirdi. )
Aslında İngilizler tarafından, Türkiye’nin Osmanlıdan miras kalan Panislamizm politikasına karşılık, Ulus devlet ve Türkçülük politikası dayatılarak teşvik edilmiştir. Bu evrilmede Kemalist Türkiye memnun edilmeye çalışılmış ve bunun gereği olarak daha önce desteklenen Bağımsız Kürt devleti politikasından vazgeçilmiştir. Çünkü bu mesele Atatürk için büyük endişe kaynağı idi. İngiltere’nin Ortadoğu’daki emperyal çıkarları gereği, Kürt bağımsızlığı, Konferansta içten içe mücadele sahası yapılmasına rağmen masaya getirilmemiştir. ( Sahada her iki tarafta Kürtleri teyakkuzda tutuyordu, Süleymaniye’den sorumlu ama Bütün Kürdistan’da ağırlığı olan, Kürt Şeyhi Mahmut’un İngilizlere karşı isyanı, ve Türk milislerinin generali Özdemir Bey’in de kendisine destek vermesi ve İngiliz yanlısı Kürtlerin Türklere karşı koz olarak kullanılması, ancak Lozan’da Kürt temsilcinin bulunmaması karşısında yine Şeyh Mahmut’un TBMM’de yer almaları için 3 Kürt yetkiliyi Ankara’ya göndermesi, en somut örnektir.) İngiltere, Atatürk’e Kürt devleti konusunda tutum değiştirdiklerini kısa bir süre içerisinde ispatlayıp, Türkiye’yi Milletler Cemiyeti’ne üye yapıp, Sovyet ( Bolşevik ) Rusya’yı tam olarak izole etmeyi planlıyordu. Öyle de oldu, Ortadoğu’daki bu Rus-İngiliz mücadelesi de Kürtleri İngiliz siyasetinde ikinci plana atmıştır.
Lozan’daki Kürtlerin durumunu en iyi özetleyen cümle ise Osman Ali’nin Kürtler ve Lozan Makalesindeki son sözleridir. ” bu dönemde İngiltere, Sevr Antlaşması’nda benimsediği özgür Kürdistan’dan desteğini çekti. İngiltere’nin Kürt bağımsızlığı konusundakiyeni resmi duruşu en başta Türkiye’yi memnun etmeyi amaçlıyordu. Çünkü, İngiltere’nin en önemli stratejisi olan Bolşevik Rusya’nın yalnız bırakılması için Türkiye’nin işbirliğine ihtiyaç vardı. Şunu da söylemek gerekir ki, bu dönemde Musul vilayeti üzerindeki sınır mücadelesi uğruna Kürtler hem İngilizler hem de Türkler tarafından piyon olarak kullanılmışlardı.
* İsmet Paşa’ya göre bu antlaşmayla İtilaf Devletleri, sadece 4 yıllık bir savaşın değil 600 yıllık Osmanlı Devleti’nin hesabını görmüştür. Osmanlı’nın siyasi varlığına son verilmiş, ” Doğu Sorunu”, ” Yakındoğu İşleri Hakkında Düzenlemeler” resmi adlı konferansla çözüme kavuşturulmuştur. Türkiye açısından ise feragat-rıza-tastik ekseninde gereçekleşen bir anlaşma olmuştur. ( Türkiye; Irak, Suriye, Lübnan, Filistin, Mısır, Sudan (madde 17), Kıbrıs (madde 20), Libya ( madde 22) gibi hâlâ hukuken kendisinde olan bu bölgelerden feragat etmiştir. Yunanistan ve İtalya’nın Doğu Akdeniz Adaları ( madde12-15) üzerindeki haklarını tasdik etmiştir. Daha önce Ankara İtilafnamesinde (20 Ekim 1921) belirlenen İskenderunSancağının dışarıda kalmasıyla oluşan Suriye sınırına ve Musul Meselesinin sonraya bırakılmasına rıza göstermiştir.
$H) LOZAN HEZİMET Mİ ? ZAFER Mİ ? VE DİĞER SPEKÜLASYONLAR$
* Lozan’ a giden devlet Türkiye ama üzerinde konuşulan ve pazarlık yapılan devlet Osmanlı’dır. Yani Türkiye, masa başında pazarlanan Osmanlı’dan arta kalandır. Somutlaştıracak olursak, Osmanlı Devleti savaşa 2,5 Milyon Kilometrekarelik yüzölçümüyle giriyor, Lozan’da barış masasından 783 Bin Kilometrekarelik bir alanla kalkıyor. Yani oransal olarak dördün birine razı olunuyor. Bu yönüyle bakıldığında tam bir hezimet, ancak Osmanlı’nın daha varlığında imzalamış olduğu (neyseki hayata geçmemiştir) Sevr Antlaşmasıyla da kıyaslandığında büyük oranda bir zaferdir.
* Lozan’ın hezimet mi? Yoksa zafer mi? Olduğunu İsmet İnönü’nün kendi ifadeleri ile de değerlendirmek mümkündür. 4 Şubat 1923 tarihinde İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon apar topar Lozan’ı imzalamadan terkeder, İsmet İnönü’ de gazetecilerle bir araya gelerek şunları söyler: ” İnsana bir haber verilmez mi? Ben bütün konferans esnasında bu ağır mesuliyetin yükü altında çalıştım… Eğer dünyada tek kimse çıkıp da bana ‘ daha yapılacak fedakarlıklar vardı… Şu kararı almalıydınız!’ diyebilirse onları yapmaya razı olurum. Ben fedakarlığı son haddine vardırdım. ( Şimdi yaptıklarını sıralıyor.) * Toprak meselelerinin hepsi halledildi. Bu meselelerde kendi zararımıza ve müttefiklerin lehine kararlar aldık. * Ekalliyetler (azınlıklar) meselesini müttefiklerin dilediği gibi hallettik. * Boğazların serbestliğini kabul ettik. * Adli kapitülasyonlar meselesinde anlaştık. ( Nihayet bu meselede de her aklı başında insanın kâfi addedeceği bir hal tarzını kabul ettik.) ( Yani buda aslında bir başarı değil kim olsa bunu yapabilirdi, demeye getiriyor.) * İktisadi meselelerde âdil, meşru olan her şeyi kabul ettik…* Duyunu Umumiye İdaresinin faaliyetinin devamına razı olduk. * iktisadi ve mali meselelerden çoğunu müttefiklerin lehine hallettik. Bu meselelerden bir kaçı kalıyor. Bunları kabul etmedim. İnönü, burada aslında bir savunma yapıyor, dert yanıyor; Lozan bizim için taviz dolu bir metin haline gelmişken daha bizden ne istiyorsunuz, neden hâlâ memnun olmuyorsunuz demeye getiriyor. Ki yabancı gazetecilerinde bulunduğu ortamda, sözlerini şu cümlelerle noktalıyor: ” BÜTÜN FEDAKARLIKLARI YAPTIM, HERŞEYİ KABUL ETTİM, FAKAT MEMLEKETİN İKTİSADİ ESARETİNİ REDDETTİM.” ( Reddettiği şey de yukarda her aklı başında insanın yapacağını iddia ettiği kapitülasyonlardır. )
* Lozan Nedir? Lozan, Türkiye’nin kapitalist-emperyalist dünyada var olma isteğinin, bu ” dünyaya” sözleşmeler yoluyla biat etmesinin onanmasından başka bir şey değildir. Lozan, Türkiye’nin kurulmaya çalışılan ” yeni dünya düzeninde” , ” Batı tarafından yeni devlet olarak tanınma” retoriğinin arkasına sığınılarak bir rol kapma isteğinin kısa adıdır. Lozan, Ortadoğu’da bugünküne benzer bir şekilde, Türkiye için en hayırlı dost ilan edilen İngiliz emperyalizminin rolünün onaylanması ve bu rolün meşrulaştırılmasının adıdır. ( Tolga Ersoy, Lozan: Bir antiemperyalizm Masalı Nasıl Yazıldı, kitabının yazarı)
* Lozan’ın gizli maddeleri varmıydı? Lozan’ın bir süresi varmıydı? Veya Lozan’ın süresi 100 yıl mıdır? Gibi son senelerde nerden çıktığı belli olmayan, hiç bir amaca hizmet etmeyen sorularla bu tarihi metin sulandırılmaya, bilgi kirliliğiyle önemi üzerinde oynanmaya çalışılmaktadır. Bütün kaynak bilgilerinden yola çıkarak, ve tarih bilgi, kültür ve belge zenginliği yüksek olan Sayın Murat Bardakçı’nın da değerlendirmeleriyle okuduğum bilgileri destekleyerek şunu çok net ifade edebilirim. Lozan’ın tahmin edildiği gibi “gizli maddeleri yoktur”, ve ” Lozan’ın her hangi bir son süresi yoktur, geçerliğini kısıtlayacak veya sonlandıracak her hangi bir sebep ve güçte yoktur. ” Öyle ki o dönemde Türkiye gibi Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan da barış antlaşmaları imzalamış ve Türkiye haricinde hiçbirininki devam etmemekte ve bundan dolayı bir yaptırım mesuliyetleri de bulunmamaktadır. Şu an yeni bir Dünya Savaşı çıkmadığı ve ülkeler yok edilmediği, sınırlar ortadan kalkmadığı sürece hiç bir devletin mevcut durumu, 100 yıl önceki bir belgeden etkilenecek siyasi bir yapı zayıflığında değildir.
* Lozan’ı ABD’nin imzalamaması nasıl bir anlam ifade eder. Çok net olarak şunu söyleyebiliriz. Hiçbir anlam ifade etmez, çünkü gözlemci olarak katılmıştır. Konferansın toplanmasında veya içeriğiyle ilgili konularda herhangi bir tasarrufu yoktur.
* Lozan’ın Hezimet mi, Zafer mi ?olduğunu tartışmak, genel anlamda iki amaca hizmet etmektedir. Birincisi, Hezimet gibi gösterip, o dönemin siyasi karakterlerine her şekilde saldırıp, onları itibarsızlaştırma amacıdır. İkincisi, Zafer gibi gösterip o dönemin siyasi karakterlerini kusursuz, mükemmel gösterip onlar üzerinden bir ideolojinin savunuculuğunu yapıp ve bunu kendilerinden olmayana dayatıp, kişi kültleri oluşturup, herkesi onlara itaate mecbur, mahcup ve mahkum bırakmaktır. Türkiye ile Lozan yapıldı, Osmanlı devam etseydi, ne yapılırdı ve nasıl bir antlaşma yapılırdı ? Bu soruları kendimize sorduğumuzda sanırım daha adil bir cevabı kendimizde bulabiliriz.
İ) YÖNTEM
Lozan Barış Konferansı ile ilgili bilgiler çoğunlukla, Atatürkçü düşünce profilinde olan yazar ve eserlerden derlenmiştir. Bu bilgileri toparlarken hiç bir şekilde içeriğe müdahalede bulunulmamıştır, objektiflik ve nesnellik kurallarına riayet edilmiştir. Önem ve Değerlendirme başlıklarında ise daha çok eleştirel bakış açısına hakim kitap ve makalelerden beslenilmiş ve özgün bir çalışma yapılmaya çalışılmıştır.[1]