$Musul’dan Adalar İddialarına: Lozan Antlaşması’na Dair Doğru Bilinen Yanlışlar$
Lozan Barış Antlaşması hezimet midir, başarı mıdır? Son yıllarda artan tartışmalar ideolojik zeminde yürütülse de tarih bu konuda net bir cevap veriyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını tescilleme niteliği taşıyan Lozan Barış Antlaşması, imzalanmasının üzerinden 97. yılı kutlanırken bir süredir olduğu gibi siyasi odakların tartışma konusu olmayı sürdürüyor. İsviçre’nin Lozan kentinde imzalanan bu anlaşmanın detayları ve hakkındaki iddialar günümüz politik arenasında popüler birer dedikoduya, efsaneye dönüşmüş durumda. Ne idi bu dedikodular, efsaneler? Hatırladınız, değil mi?
Osmanlı Devleti’nin “Hasta Adam” statüsünden “ölüm döşeğinde son nefesini vereceği” sürece geçişte kan ağlayan koca bir coğrafya vardı. Klasik ve ezberci tarihin üstünkörü “Almanya yenildiği için biz de yenik sayıldık” bahanesiyle meydana gelen süreçte İtilaf Devletleri olarak bilinen küresel emperyalistler önce fiilen ardından Ankara’nın bağımsızlık ateşini söndürmeyi amaçlayan kinle resmen işgal edilen topraklar ve imzalatılan Sevr Antlaşması, Osmanlı Devleti’ne büyükşehirden hallice diye tarif edilebilecek saçma sapan sınırlar bırakmıştı. Ancak Sevr, başta Ankara olmak üzere pek çok ülkenin parlamentosunda veto yemişti. Yunanistan’ın anlaşma metnini büyük bir şevkle imzalayıp onaylamasına rağmen…
$Genel hatlarıyla Lozan Barış Antlaşması$
Savaş meydanında beklenmeyen bir başarı gösteren bağımsızlık yanlısı Ankara, tüm dünyanın dikkatini çekmeyi başarmıştı. Onca yıllık savaş yükünü daha da ağırlaştırmak istemeyen galip kanattaki aktörler alıştıkları düzende oyun oynamanın hesaplarını yapıp Lozan’da uluslararası bir konferans fikri yaşama geçirilmesini kararlaştırmıştı. Ankara ile karşılıklı uçuşan “notaların” ardından şartlar olgunlaştı.
Nitekim, yazımız Lozan Barış Antlaşması ile ilgili bilinen yanlışlar ve bazı anekdotlar içereceğinden ilgili anlaşmayla ilgili diğer detaylara ve akademik metinlere “kaynak” bölümündeki linklere tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Lozan hakkında ortaya atılan iddialar: “100 yıllık süresi var”
Pek çok tarihçinin aynı cevabı verdiği bu iddiaya göre Lozan, imzalanmasının üstünden bir asır sonra bozulacak. Bu iddia pek çok siyasi söylemin hatta ideolojik tartışmanın içinde kendine yer bulmayı başardı. Peki doğru mu? Hayır! Lozan Barış Antlaşması’nın herhangi bir süresi yok. Kira kontratı yapmak kadar basite indirgenmeyecek uluslararası bir metin olduğu için “2023” söylemleri safsatadan ileri gitmiyor.
Buna dair açıklamalarıyla savını güçlendiren tarihçiler, bu yalanın ortaya atılmasının temelinde ideolojik dayanaklar olduğu konusunda hemfikir.
“Konjönktüre” dikkat çeken Prof. Dr. İlber Ortaylı ise bu konuya dair bir not düşüyor ve “kimse (taraflar) itiraz etmediği müddetçe bu anlaşmanın bir süresinin olduğunun iddia edilemeyeceğini” vurguluyor.
Lozan hakkında ortaya atılan iddialar: “Gizli maddeler var!”
Bir diğer spekülasyon ise Lozan Barış Antlaşması’nda gizli maddeler olduğu. Murat Bardakçı, konuyla ilgili olarak 25 Temmuz 2012 tarihinde Habertürk’te kaleme aldığı “İşte Lozan’ın Gizli Maddeleri” başlıklı yazısında, “…Lozan’ın, üzerinde ‘çok gizli’ yazan 21 maddelik bir ek protokolü vardır ve 24 Nisan 1923 günü imzalanmış olan anlaşmanın asıl maddeleri, işte bu bölümdedir! Herkesin bildiği yayınlanmış maddelerin hükmünün sadece yüz seneliğine, yani geçici olduğu ifade edilir, son maddede de anlaşmanın asıl hükümlerinin, imzalanmasının 100. yıldönümünde, yani 24 Nisan 2023’te yürürlüğe gireceği vurgulanır…” diyor. Ancak yazının devamında mizahtan yararlanarak bu mitlerle dalga geçen Bardakçı, “…Aslı astarı olmayan hayâlî bir gizli protokolün maddeleri imişçesine yukarıda yazdığım maddeleri bu zavallıların verdiği ilhamla uydurdum…
Ama uydurduklarım da bir şey mi? Bunlar ‘Lozan zafer değil, hezimettir’ diye geveleyenlerin daldıkları rüyada saçmaladıklarının ve etraflarını sarmış birkaç zavallıyı da ikna ettikleri palavralarının yanında zemzemle yıkanmış gibi kalır!” ifadelerini kullanıyor.
Taha Akyol ise 30 Ağustos 2016’da Hürriyet’te yayımlanan yazısında söz konusu iddianın doğru olmadığını belirterek şu sözleri sarf ediyor:
…”Varlığımızın temeli olan Lozan’ın değerini anlayalım bari.”
Lozan hakkında ortaya atılan iddialar: “Adalar kaybedildi”
Bu iddianın da kocaman bir yalan olduğu akademik düzlemde kısa bir araştırmanın ardından ortaya çıkıyor. Çünkü 1911 yılındaki Trablusgarp Savaşı sonrasında imzalanan Uşi Antlaşması ile geçici olarak İtalya’ya bırakılan 12 Ada, maalesef ki, “kalıcı” olarak bu ülkeye bırakıldı. O dönemde TBMM Hükümeti ya da Cumhuriyet yoktu.
Ege Adaları ise farklı anlaşmalarla Yunanistan’a bırakılmış ancak Osmanlı Devleti’nin o dönemde yönetiminde olan Padişah V. Mehmet Reşad ve İttihat ve Terakki Hükümeti bu kararı tanımadığını belirtmekle birlikte ilgili taraflara bir nota verirler ancak sonuç itibariyle Ege Adaları Yunanistan’da kalır.
Tarihçi Sinan Meydan ise “12 Ada ve Ege Adaları’nın Lozan’da kaybedilmediğinin altını çiziyor.
$Lozan hakkında ortaya atılan iddialar: “Musul Lozan’da kaybedildi”$
Tarihi belgelere bakıldığında Musul’un İngiltere tarafından 10-11 Kasım 1918’de işgal edildiği görülüyor. Lozan’da bu konu görüşülürken süreç bir kez daha çıkmaza giriyor. Yeniden toplanan taraflar verdiği kararda konunun İngiltere ile Türkiye arasında 9 ay içinde çözüme kavuşturulmasını ilan ediyor. Bu süre içinde çözüm bulunamazsa Milletler Cemiyetinin sürece dahil edileceği konusunda uzlaşmaya varılıyor. Ancak İngiliz istihbarat belgelerinde ortaya çıktığı üzere İngiltere’nin körüklediği Şeyh Sait İsyanı’nın patlak vermesinden 1 sene sonra, 1926 tarihinde iki ülke arasındaki Ankara Antlaşması ile tamamen kaybediliyor. Yeni Cumhuriyet, bu anlaşma ile Musul petrol gelirinin yüzde 10’unu 25 yıl boyunca alma hakkını elde ediyor. Ancak ilk beş yıl boyunca bölgede üretim olmaması nedeniyle alınamayan pay, 1950’li yıllarda Demokrat Parti Hükümeti’nin Irak ile “50 milyon-100 milyon” tartışması ve Adnan Menderes’in seçim telaşına düşerek konuyla ilgilenmemesi neticesinde bu hakkı kendi elimizle yok ediyoruz. Sözün özü, Musul’un kaybındaki kritik iki dayanak, 1925 Şeyh Sait İsyanı ve Adnan Menderes Hükümeti’nin yaptığı tercihler oluyor.
Lozan hakkında ortaya atılan iddialar: “Hatay kaybedildi”
143 maddeden oluşan Lozan Barış Antlaşması ile ilgili bir başka hezeyan ise Hatay’ın bu metne atılan imza sonucu kaybedildiği. Bu şehir de Lozan’dan yaklaşık 5 yıl önce, 11 Aralık 1918 tarihinde Fransız kuvvetlerince işgal edildiğinde kaybedildi. Ancak Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün yoğun çabasıyla Hatay önce 1937’de bağımsız olmuş ve 1939’daki referandum ile anavatana katılmıştır. Görülüyor ki, Hatay da Lozan’da kaybedilmedi.
Görüşmeler sürerken tarihe not düşülen suikast planı: İsmet İnönü namlunun ucundadır
İsmet (İnönü) Paşa’nın Lozan’da bulunacak heyetin başkanı olarak hedefte olduğunu başta bizzat Mustafa Kemal imzalı telgraflar olmak üzere Rauf Orbay ve Fevzi Çakmak gibi Türk yetkililerinin istihbarat notlarında yer alıyor. Çünkü sonrasında Yunan kuvvetlerinin yanına geçerek Atatürk’e de suikastlar düzenleyen Çerkez Ethem ve Ermeni terör örgütlerine mensup teröristler bölgede cirit atıyor. O günlerde Talat Paşa, Sait Halim Paşa ve Cemal Paşa’nın yurt dışındaki suikastlerle şehit edilmesinin yanında Sovyet Rusya’nın delegesinin de otel lobisinde öldürülmesi bu tip girişimlerin ne kadar olağan olduğunu gösteriyor.
Çeşitli yazışmalarla ortaya konulan istihbarat rapolarının ardından durumun ciddiyetini fark eden İsviçre makamları ve Lozan Emniyet Müdürü, İsmet Paşa’nın koruma sayısını artırıyor ve güvenlik çemberini güçlendirmeye çalışıyordu ancak Lozan şehrinde, önünde Türk Bayrağı’nın olduğu otomobille dolaşmaktan vazgeçmeyen İnönü, bir anlamda açık hedef olma konusunda ısrar ediyordu. İsviçreli yetkililer bayrağın arabadan indirilmesini güvenlik için gerekli gördüklerinde Paşa’dan aldıkları cevap tarihe not düşülüyordu; “Bir İsmet Paşa ölür, yerine başka biri gelir, göreve devam eder ve bu bayrak inmez…”
Lozan’a gitmesi için ilk düşünülen isimlerden Rauf (Orbay) Bey neden Ankara’da kaldı?
Hamidiye Kahramanı Rauf Bey, Mondros Limanı’nda Agamemnon ismini taşıyan gemide imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’nda rol almıştı. Bu nedenle sicili istenilen ölçüde olmayan Rauf Bey güven sorunuyla karşı karşıya kalmıştı. Mustafa Kemal Paşa, bu durumu açık açık belirtmiş ve Mudanya Mütarekesi’nde gösterdiği diplomatik gayretle İsmet İnönü’yü uygun bulmuştu.
Müttefikler ısrarcı olduğunda Mustafa Kemal’in gecikmeyen bazı karşı hamleleri
İlk toplantının kararlaştırıldığı tarihlerde Ankara’nın üzerindeki baskıyı artırmak ve bu sayede Sevr’in daha yumuşatılmış halini imzalatmayı hayal eden İtilaf Devletleri, toplantı için hem İstanbul’a hem de Ankara’ya davet gönderdi. Mustafa Kemal ise şartların olgunlaştığını görerek çift kafalılıktan kurtulmak adına 3 Kasım 1922 tarihinde Saltanat’ın geçmişe gömülmesini sağladı.
Öte yandan toplantılarda İngiltere ve Türkiye arasındaki sürtüşmeler ciddi gerginliğe evrilince görüşmelere ara verildi. Bu sırada Atatürk ise Cumhuriyet’in tepkisini göstermek adına İzmir İktisat Kongresi’ni topladı ve Fransız gemilerinin kara sularımızdan çıkmasını sağlayarak büyük bir gözdağı verdi.[1]