“Sergimizde 49’lar Davası anlatan bir karanlık oda var. İçinde 49 tane nesnel yapı var. Canlı olarak girdiğiniz odada aslında bir ölüsünüz. Çıktıktan sonra orada kötü bir koku var, ekşi elma kokusu, gürültü, uğultu ve size bakan 49 tane size nesne var.”[1]
Musa Anter’in de yargılandığı 49’lar Davası olarak bilinen olayı konu alan sergi ile toplumsal hafıza oluşturmak istediklerini söyleyen Metal Kolektif üyesi Hediye Yaşar, “Amaç, yaşanan olaylar karşısında empati kurulmasını sağlamak” dedi.
Her biri farklı bir meslekte çalışan ve farklı sanat dalıyla ilgilenen onlarca kadın, adına Metal Kolektif dedikleri platformda bir araya gelerek, toplumsal sorunlara sanatla dikkat çekiyor. 2018 tarihinden bu yana çeşitli atölye çalışmaları yapan kadınlar resim, heykel gibi eserlerle yaşadıkları topluma ayna tutuyor.
Metal Kolektif, bu kez 1992 yılında Diyarbakır’da katledilen Musa Anter’in yaşamını konu alan bir sergi açtı. Kadınların ortak sergisinde bu defa çocuklar da yer aldı. 16 Ekim'de Amed Şehir Tiyatrosu'nda düzenlenen sergi 26 Ekim tarihine kadar devam edecek.
49 heykel
Sergide, kadın temalı tablolar, heykeller ve çocukların çamurdan yaptığı figürler yer alıyor. Sergi alanında ayrıca 1959 yılında başlayan 1960’da devam eden olayların ardından Musa Anter’inde aralarında bulunduğu “49’lar Davası” olarak tarihe geçen 49 aydının tutuklanmasını konu alan eserler de yer alıyor. Sergide, 49'lar Davası’nı tasvir eden karanlık bir oda bulunuyor. 49 heykelin içinde yer aldığı odaya 50'nci kişi olarak odayı ziyaret eden sanatsever giriyor. Sanatçılar bu oda ile geçmişte yaşanan olaylar karşısında kişinin empati kurmasını amaçlıyor.
Kolektif bir fikir
Hemşire olan ve plastik sanatlarla da ilgilenen Metal Kolektif üyesi Hediye Yaşar, kolektifin bir birim veya topluluk değil fikir olduğunu, farklı meslek gruplarından bir araya gelen kadınlardan oluştuğunu söyledi. Yaşar, “Bu fikir üzerinden yol alıyoruz. Bazen bir üyemiz bazense 30 üyemiz olabiliyor. Genel fikrimiz şu; sanatı ifade alanı olarak kullanmak ve aslında insanları biraz da sorgu alanına çekmek. Çalışmalarımız da genelde bu yönlü oluyor. Hepimizi toplum olarak rahatsız eden şeyler var. Ve bu rahatsızlığımızı en iyi sanatla ifade edebiliriz. Uzun süre sessiz çığlıklarımız oldu sessizliğimiz yine çığlık halinde ama daha çok kişiye ulaşsın istiyoruz” sözleriyle kolektifin içeriğine değindi.
Çıkış noktamız
Çok etkilendiği sanatçı Joseph Voice’den söz eden Yaşar, “Voice köyleri bombalayan Nazi Alman subayı bir pilottur. Sonra uçağı düşüyor. Oradaki yerliler, onu tedavi ediyorlar. Kendine geldiği zaman tekrar ülkesine geri dönüyor, savaşmayı bırakıyor ve tamamen sanata yöneliyor. Ve şunu vurguluyor, ‘Hepimiz aslında sosyal heykelleriz. Daha iyi bir ‘biz yaratmak’ çabamız bu olmalı’ diyor ve bu yönde bir akım başlatıyor. Metal Kolektif’i kurarken Voice’u bilmiyordum ama genel olarak kolektifin, yani bizlerin çıkış noktası da bu. Hiçbirimiz sanat akademilerinden mezun değiliz. Farklı meslek gruplarındanız ve böyle bir işe başladık” dedi.
Keten bezi, cam elyaf, alçı…
Tamamen deneme yanılma yöntemleriyle yeni eserler ortaya çıkardıklarını anlatan Yaşar, eserlerinde keten bezi, cam elyaf, polyester, demir profiller, alçıyı ve daha pek çok malzemeyi kullandıklarını belirtti. İstenilen formu yakalayabilmek için çevrelerindeki bir sürü malzemeden yararlandıklarını aktaran Yaşar, kimi zaman da atık malzemeleri, çöpleri bile kullanabilir hale getirdiklerine değindi.
Bir gün biz de oraya kapatılabiliriz
Bu sergiyi de Musa Anter’in 100’üncü yaşına ithafen yaptıklarını kaydeden Yaşar, 49’ların yaşadıklarını anlatan karanlık bir oda yaptığını ve o atmosferi empati yoluyla aktarmak istediğini belirtti. Yaşar, “İçeri geçtiğinizde kapı içeriden açılmıyor. Kapıyı tıklatıyorsunuz ve kimse duymuyor. Bu esnadaki o duygu dehşet verici. Hücre içerisindesiniz gerçekten. Örneğin insanların tutuklandığını, öldürüldüğünü duyuyoruz ama onun duygusunu hiçbir zaman bilemiyoruz. Gündelik hayatımıza o kadar dalıyoruz ki işin gerçek kısmını unutuyoruz. Bir gün biz de oraya kapatılabiliriz ve bunun nasıl bir duygu olduğunu bilmeliyiz” ifadesinde bulundu.
Sergiyi gezen sanatseverin geçmişte yaşanan olayların tanığı ve maktulü olarak empati kurmasını amaçladıklarını söyleyen Yaşar, “49’ları biliyorsunuz. Mehmet Emin Batu kanlar içinde ölü bulundu. Mahkemeye çıkıldığı zaman geriye 49 kişi kaldığı için olay 49’lar Davası olarak tarihe geçti. Sergimizde 49’lar Davası anlatan bir karanlık oda var. İçinde 49 tane nesnel yapı var. Canlı olarak girdiğiniz odada aslında bir ölüsünüz. Çıktıktan sonra orada kötü bir koku var, ekşi elma kokusu, gürültü, uğultu ve size bakan 49 tane size nesne var. Sanırım toplum olarak sorgulamaya ihtiyacımız var. Tarihte 49’lar, günümüzde ise ona benzer birçok olay yaşanıyor. Biz içeride olan kişiler miyiz? Yoksa dışarıda bu çarkın içerisinde dönen kişiler miyiz? Olayların neresindeyiz? Ve daha iyi bir biz için ne yapabiliriz diye sorgulamak istiyoruz” yorumunda bulundu.
Hafıza oluşturuyoruz
Yaşar, sanat eserlerinin toplumun hafızası olması gerektiği fikrini savunarak, “Sanat eseri biricik ve tek olmamalı. Biz bir hafıza oluşturuyoruz. Hafıza çok değerli bir olay ama anlamından uzaklaştırılmaya çalışılıyor.”