Kürt-Êzîdî-Alevi-işçi-çalışan-çalışmayan-öğrenci ve farklı milliyetten ve kesimlerden kadınlar, özgürlük, adalet ve onur mücadelelerini güçlendirmek istiyorlarsa bir yandan da Ermeni Soykırım tarihiyle ilgili okumalar yapmalıdırlar.
Devletler ve erkek egemen zihniyet, bir zulüm ateşidir. Tarih boyunca bu ateşin en yakıcı ve tahripkar düştüğü yer kadın yaşamı ve mücadelesidir. Kadınlar, çoğu zaman çektikleri katlanılamaz acı karşısında sessizliği zorunlu olarak tercih ederler. Bazen sağırların bile duyabileceği mücadele sloganlarını haykırırlar. Bazen de acıdan daha derinini sessizliğe gömülerek, sessizliğe zorlanarak yaşarlar. Acılara yenildikleri dönemler-anlar olduğu gibi onları alt etmeyi başardıkları dönemler ve anlar da olur. Acının ağırlık ve derinliği ne olursa olsun kadınlar yaşadıkları haksızlık ve çektikleri acıları yıllar geçse de unutmazlar. İnsanlığın ve toplumun gelişim diyalektiğidir; yaşanılan, tanık olunan acılar, mutlaka kaydedilir. Kan lekesi gibidirler, silinmezler.
Her gün kadınlara yönelik yeni şiddet haberleri ile uyanıyor ve aynı tanıklığı tekrar tekrar yaşıyoruz. Bir yandan evli oldukları erkekler, bir yandan eskiden evli oldukları erkekler, sevgilileri, akrabaları ve bir yakınları; diğer taraftan hiç tanımadıkları bir erkek, asker ve polis de dahil olmak üzere adına devlet denilen zor aygıtının memurları tarafından utanç verici zulme, şiddete uğruyorlar. Ancak bir yandan da bu baskı ve şiddete karşı büyük bir uyanışın, ayağa kalkışın öğretici derslerini veriyorlar. Direnişin tarihini yazıyorlar. Direnişin ve haklılığın mücadelesini herkese öğretiyorlar. Denilebilir ki, bugünün öğretmenleri Kürtler, kadınlar ve işçilerdir.
Kürt-Êzîdî-Alevi-işçi-emekçi-öğrenci kadınların uğradıkları her türden saldırı, baskı, şiddet, zulüm utancı toplumun tümüne aittir. Kadınların yaralarını özgürlük dünyasının ve devrimci adaletin, kadın adaletinin dışında kimse saramaz. Ankara’nın sahte-aldatıcı-ikiyüzlü egemen erkek sözleri hiç saramaz.
Kürdistan’da Êzîdî kadınların yaşadıkları ve anlatımları bizleri kaçınılmaz bir şekilde Ermeni Soykırımı sürecinde Ermeni kadınların yaşadıkları ve anlatımlarına götürüyor. Taciz ve tecavüz, uyuşturucu kullanmaya zorlama, köle pazarlarında satılma vb. duyduğumuzda yüz beş yıl önce İttihatçı-Kemalist iktidarın kadın düşmanı, erkek egemen zihniyetinin uygulamalarının bir benzerinin yeniden pratikleştirildiğini görmekteyiz.
Tecavüz sadece kadın bedenine yönelik saldırı değil aynı zamanda onun ruhuna, manevi dünyasına, kimlik ve inancına yönelik tutsak alma zorbalığıdır. Türk asker ve subaylarının, polis ve devlet yetkililerinin, bölgedeki ağa ve beylerin Kürt-Êzîdî kadınlara yönelik saldırıları tarihi utancın devam ettiğini göstermektedir.
Kürt-Êzîdî-Alevi-işçi-çalışan-çalışmayan-öğrenci ve farklı milliyetten ve kesimlerden kadınlar, özgürlük, adalet ve onur mücadelelerini güçlendirmek istiyorlarsa bir yandan da Ermeni Soykırım tarihiyle ilgili okumalar yapmalıdırlar. “Jin-Jiyan-Azadî” diyen Kürt kadınlarından önce Ermeni kadınlar da Kürt kadınlarının direniş sloganlarını kendi dillerinde haykırmışlardır: “ԿՒՆ ԿՅԱՆՔ ԱՋԱՏՈՒԹԻՒՆ”-“Gin-Gyank-Azadutyun-Jin-Jiyan-Azadî.”
Ermeni Soykırımı bir kadın ve çocuk kırımıdır aynı zamanda. Yüzbinlerce kadın ve kız çocuğuna yapılan toplu tecavüzlerin tarihidir. Dicle-Fırat nehirleri, Ermeni kadınlarının tecavüze uğramamak için bedenlerini karasulara bırakıp saçlarına kum dolduğu yerlerdir. Dicle ve Fırat, adsız uçurumlar, dipsiz kuyular Ermeni kadınların anlatılamamış hikayeleriyle doludur. Bu tarih, Ermeni kadın tarihi, İttihatçı-Kemalist iktidar tarafından silinmeye çalışılmaktadır. Çünkü bu tarih yüz binin üzerinde kadın ve çocuğun zorla Türkleştirme ve Müslümanlaştırılmasının tarihidir.
Çetelerin iğrenç erkek arzularına boyun eğmeyen sayısız genç kadın katledildi. Vahşet ve işkence o kadar ileri gitti ki, Der Zor’da Süryani kilisesi Ermeni kadınların zorla toplatılıp kapatılarak tecavüz edildiği bir mekana çevirdiler. Annelerinin ve çocukların gözleri önünde kadınlara tecavüz ettiler. Kadınlar daha fazla tecavüze uğramamak için yüzlerini parçalıyordu. Bu kadınların istisnasız hepsi açlıktan ölüme mahkum edildiler.
Şans eseri kurtulan bazı kadınlar ise geri kalan ömürlerini tamamlamaya çalıştılar. Ve her gün, her an görünmezlik içinde kendilerini mahkum ettiler. Yaşayan birer ölü gibi herkesten kaçarak, gizlenerek acı sonla bitecek kaderlerini beklediler. Hep birer ürkek güvercin tedirginliğinde, suskun, dilsiz bir yaşamı tercih ederek, kutsaldan günaha doğru sürüklenen bir kaderi yaşamak zorunda kaldılar.
Dün Ermeni kadınlarına yapılan bütün bu işkenceler Türklüğün “iyiliği ve çıkarı”(!) içindi. Bugün de Kürt-Êzîdî kadınlarına benzeri yapılıyor. Ancak bugün kadınlar dün çıkılamayan tarihin yapıcı sahnesine çoktan çıktılar…[1]